Çarşamba, Ocak 30

that it took me this long


you are hardcore, you make me hard
you name the drama and i'll play the part
it seems i saw you in some teenage wet-dream
i like your get-up if you know what i mean
i want it bad, i want it now
oh can't you see, i'm ready now

i've seen all the pictures, i've studied them forever
i wanna make a movie so let's star in it together
don't make a move til i say "action"
oh, here comes the hardcore life

put your money where your mouth is tonight
leave your make-up on and i'll leave on the light
come over here babe and talk in the mic
oh yeah i hear you now, it's gonna be one hell of a night
you can't be a spectator, oh no
you got to take these dreams and make them whole
oh this is hardcore, there is no way back for you
oh this is hardcore, this is me on top of you
and i can't believe that it took me this long




organs without bodies

Pazar, Ocak 27

the art of

the end is nigh

dear me,
procrastination is like masturbation. it seems like a good idea but in the end you are only fucking yourself. that paper won't write itself, so get to work.


cordially,


you.

Çarşamba, Ocak 23

shooting stars, fallen objects

















çay saatimi bir tavşanla paylaşmak istemem ben. ama porselen tabaklar, fincanlar, pürüzsüzce kesilmiş limonlu bir kek dilimi, altın yaldızlı çatallar bıçaklar, poşet olmayan çay, masa örtüsü, ve kayısılı kurabiyeler olabilir. tavşan bende tekinsiz bir duygu yaratıyor, kendimi güvende hissedemiyorum. parmağımın ucu kopsa, nasıl artık benim parmağım olmaktan çıkacaksa, bu da öyle bir his.


rüyalarımı gerçeklerden ayıramıyorum.

Cumartesi, Ocak 19

Pazartesi, Ocak 14

küçük ölüm
















Dudaklarına dokunuyorum senin, kenarlarını çiziyorum tek parmağımla, sanki benim elimden çıkmış ağzın, ilk kez aralanıyor sanki; gözlerimi kapamam kafi, her şey yeniden yeniden başlıyor, elimin altında, her seferinde bir başka ağız doğuyor istediğim türden, elimin seçip yüzüne yerleştirdiği nice ağız arasından seçilmiş bir ağız bu, seçen benim, kendi ellerimle yüzüne çizivermek için onca özgür ben seçtim, nasıl olduğunu anlayamadığım bir rastlantı sonucu olarak, elimin altında çiziktirdiğim ağıza tıpa tıp uyan bir ağız oluyor seninki.

Bana bakıyorsun, çok yakından, gitgide yaklaşıyor yüzün, seyrediyorsun beni, tepegözüz sanki, gözlerimiz büyüdükçe büyüyor, üstüste gelerek iki göz tek göz oluyor: tepegözler birbirine bakmakta, solukları karışmış birbirine, ağızlar buluyor yekdiğerini, dudaklar sıcacık, kavgada, dil düşlere henüz dokunmuş, bir sessizlik dil üzerinde, bir eski koku, mis gibi, ağır bir hava dolanıp duruyor. O an işte, ellerim dalıyor saçlarına, derinlerini okşuyor ağır ağır, ikimizin de ağzı çiçek ve bal dolu sanki, sarmaş dolaş, öpüşüyoruz, hızlı hızlı, derin duyumlarla. Isırıyorsak eğer, acısı tatlı, birbirine karışmış soluklarımız içerisinde, sönüp gidiyorsak eğer, dönüşüyorsak kısa ve korkunç bir boğuluşa, ölüme, bu anlık ölüm güzel. Tek bir tükürük tek bir olgun meyva tadı; yapışmışsın bana, duyuyorum titremelerini, suda titreşen ay gibi aynı...

Cortazar - Seksek.

Pazar, Ocak 13

odadaki fil
















birini öpmemek konusunda ilk defa bu kadar kararlıyken,
neden tam bir film karesiyiz seninle?

Perşembe, Ocak 10

the contest - to be the master of your domain


















George [looking bedraggled]
: My mother caught me
Jerry: Caught you? Doing what?
George: You know.
[Jerry, Elaine, and Kramer fail to catch on.]

George
: I was alone...

Elaine [realizing]
: You mean...?

George
: Uh-huh.
Kramer [laughing]: She caught you?
Jerry
: Where?

George [reluctantly]
: I stopped by the house to drop the car off, and I went inside for a few minutes. Nobody was there, they're supposed to be working. My mother had a Glamour
magazine, I started leafing through it...
Jerry [incredulous]
: Glamour?

[Kramer and Elaine laugh.]

George
: So, one thing led to another...

Jerry
: So what did she do?

George
: Well, first she starts screaming "George! What are you doing? My God!" And it looked like she was gonna faint; she started clutching the wall, trying to hang on to it...

Kramer
: Man...

George
: I didn't know whether to keep her from falling or zip up!

Jerry
: What did you do?

George
: I zipped up!

Elaine
: So she fell?

George
: Yeah...well, I couldn't run over there the way I was.:[Jerry and Elaine mutter in agreement.]

George
: So she fell, and then she started screaming "My back! My back!" So I picked her up and took her to the hospital.

Elaine [laughing]
: How is she?

George
: She's in traction.

Elaine [still laughing]
: Okay, I'm sorry...

George [angry]
: It's not funny, Elaine!

Elaine [stifling laughter]
: I know, I'm fine.

George
: Her back went out. She's gotta be there for a couple of days. All she said on the way over in the car was "Why, George? Why?"...I said "Because it's there!"

Jerry [still incredulous]
:
Glamour?!

Salı, Ocak 8

telefon



















telefon sesi nasıl bir sestir? bana hep sesimin yataktaymışım gibi geldiği söylenir. insanı en iyi kendi kendine yabancılaştıran şey kendi sesidir, olamadığın her şey o sesin içindedir. telefonla konuşurken sesin eko yapıyorsa, kendinle konuşmanın dayanılmaz acısını hissedersin, yani ötekinin seni duyma biçimini.


beni arayacağını söyledi. 10 gibi. bunu duş üzerine yemekle sindirdim, heyecanla beklemek yerine unuttum saatin 10a gelişini, hem saat ne kadar 10du onu da bilmiyorum, yo hayır cep telefonunun güzelliği, tam olarak bilebiliyorum: 21.51, söylenişi müzikli. 7dakika43saniye, ideal konuşma süresi.

"less is more" ne demekmiş, yeni öğreniyorum.

Pazar, Ocak 6

killing me softly


nabzın yükselmesi, avuçların terlemesi, oksijensiz kalan bir beyin. oysa nasıl da her şey yoluna girer karşısına geçtiğin anda. yanyana yürürken düşündüğün eğer ne güzel yanyana yürüdüğünüzse, dudaklar istemsizce kıvrılır, yukarıya doğru. konuşucak tek kelime bulamayacağını sanıp kendini hararetle anlatırken bulmak, ve o karşında en meraklı bakışlarla seni izlerken.
"dişinde yeşil bir şey var" dedim, "çok kötüsün deminden beri kurtulmaya çalışıyorum görmüyor musun" dedi, gülünce aniden kapadığımda ellerimi ağzıma, "sana senin tekniğinle saldırmam, korkma."

peki nasıl saldırırsın?
arabamın camlarındaki karı temizleyerek mi, inerken yüzüme bakmadan dikkatli git diyerek mi, kapıyı kapatıp asla arkana bakmadan yürüyerek mi, asla mesaj atmayarak, aramayarak, her şeyi yavaş sırayla doğru ve düzgün yaparak, acele etmeyerek mi, ve belki sırf ne diyeceğimi merak edip "yine görüşelim" dediğinde "ne zaman istersen" yanıtıma, "duymak istediğim buydu" diyerek mi?

Cuma, Ocak 4

just be




















e peki ne giyicem. benden önce serkanın düşünmüş olması da güzel. buluşuyoruz yarın dedim, e peki ne giyiceksin dedi. gardrop önü telefon konuşması. sence ne giyiyim? serkan: ben gardrobunu göremiyorum burdan, farkındasın di mi? cyan: giyicek hiçbi şeyin yok di mi? adiler, dalga geçin. yok işte yok.
oysa oysa oysa.

just be.

Perşembe, Ocak 3

how to close the date














Break down the moment
take your hands, bury them deep-
memorize my hair

Trace my cheek, like this-
just the tip of your finger
but don't kiss me yet

Wait until I beg
with my posture and my eyes-
then do it slowly

~ C.E. Laine ~

Salı, Ocak 1

cesur yeni yıl

narportakal simit kaşar. çay-kahve. yazılıp silinen satırlar, word counta bakmalar, 1.5 aralığı da ekleyince beni heyecanlandıran bir görüntü, çevrilen 2 çocuk kitabı, bolca kaşınan bir kafa, okunması gereken makaleler, haftalık program, okunup unutulan ve yeniden okunan bir kitap ve babamın gün boyu söylediği cümle, 1 ocak ın 8 saatini yedik, 10 saatini yedik, ulan gün bitti. artık okumayı bıraksan diyorum.

bu bir ocak hep çok acaip, tuhaf. artık hayatımdan çıksan diyorum.

dangerous liaisons













"... and regret is an essential complement of happiness."