Çarşamba, Aralık 31

Her gün bir yerden göçmek ne iyi 
Her gün bir yere konmak ne güzel 
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş 
Dünle beraber gitti cancağızım, 
Ne kadar söz varsa düne ait 
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Mevlana

Çarşamba, Aralık 24

baby, it is cold outside

























geçen gün sports'un soyunma odasında duvarda şu yazıyı gördüm "lütfen çıplak dolaşmayınız." demek ki über-rahat kadınların çirkin organlarını kendilerine saklamamasından rahatsız olan başkaları varmış. herkes taş olsa hiçbir problem yok, misal bugün karşımda popo arasına girmiş tanga ipini düzeltip kremi bacaklarına yavaş yavaş yediren genç kadından rahatsız olmadım. hemen ardından silikonlu bir kadın dev memelerini gözüme sokunca yine depresyona girdim. çirkinlik beni depresyona sokuyor. 

ursula'nın son 3lemesinin voices'ini okuyorum, her an ağlayabilirim. 

geçirdiğim 2 çirkin operasyondan sonra üst çene kemiğimin minik bir parçası kırılmış, bunu 20liklerin olması gereken yerden  dışarı sivri bir "şey" çıkınca anladım. yaşasın yeni operasyon.

dışarı bakıp evden çıkmaya korkuyorum.

Pazar, Aralık 14

bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim


















seviyorum susmanı, yokluk gibisin çünkü,
sesim sana varmadan işitiyorsun beni.
havalanıyor gibi gözlerin yerlerinden
ve sanki bir öpüşle kapanmış ağzın yeni.

benim ruhumla dolu bütün nesneler gibi
yine benim ruhumla yükselirsin her şeyden.
ruhuma benziyorsun, düş kelebeğim benim,
karasevda sözüne benziyorsun tıpkı sen.

seviyorum susmanı, uzaklıklar gibisin.
inler gibisin hem de, kuğuran kelebeğim.
işitiyorsun beni sesim sana varmadan:
senin sessizliğinle ben de susayım derim.

seninle konuşayım o senin yüzük gibi
yalın sessizliğinde, o lamba gibi parlak.
gece gibisin sen de sessiz, yıldız içinde.
sessizliğin bir küçük yıldızdır senin, uzak.

seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü.
öyle uzak, acılı, ölüp gitmiş gibi sen.
yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile,
sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren.


neruda

Cumartesi, Aralık 13

yüreğimde bir delik/ of love and squalor

























unuttuğum bir yerin unuttuğum posta kutusunda unuttuğum mesajlar, şimdi okuyunca ne kadar boşlar. kalbimdeki deliğe girip dışarı fışkırdılar. kimse kimseyi tanıyamıyor, ondan ayrılmadıkça. bu bir üslup meselesi, ayrılmayı bilmek yani. soğuk havalarda tarçınlı bir salep, battaniye, kedi sevsem belki bir kedi. tanıdığım herkes çetrefilli.

Cumartesi, Aralık 6

betty draper


























mad men'in yakışıklısı don draper'ın karısı betty'nin, ya da betts'in, hadi birdie'nin diyelim, güzelliğini anlatmaya çalışsam, bu nafile bir çaba olur ne de olsa kadın "güzel"in sözlük karşılığı. ve henüz 2 sezonu oynamış dizinin beni en çok etkileyen karakteri. belki çoğu kişiye kendi çocuklarından  pek de farkı olmayan, derinliğinde asla boğulamayacağımız tek boyutlu biri gibi görünen betty, kocasının karısından daha fazla bir şey olmak isteyen ama olamayan kadının portresi. kusursuz görünmekten başka çaresi olmayan betty eski bir model, betty anne, betty ev kadını, betty ata biniyor, betty kötü araba kullanıyor, betty sürekli sigara içiyor, betty elinden şarap kadehini bırakmıyor, betty tepesi atınca tüfeği kapıp güvercinleri vuruyor, betty pembe ojelerini sürmeden güne başlamıyor, betty güzellikten yana kendisine denk kocasının ceketlerinde başka kadınların parfümlerini kokluyor, betty en başından beri aldatılıyor, betty uyuyamıyor, bunalıma giriyor, betty aslında o kadar çok ki taşıyor, betty anlaşılmıyor, betty yalnız, betty sonunda kendisi dışında herkesle tutkuyla sevişen kocasını aldatıp eve geldiğinde çikolatalı dondurmayı mideye indiriyor ve belki betty aslında ölmek istiyor. ya da arzulanmak. hiçbir yanımızın benzememesine rağmen nedense en çok empati kurduğum kadın oldu betty.

Cuma, Aralık 5

walden




















I went to the woods because I wished to live deliberately, to front only the essential facts of life, and see if I could not learn what it had to teach, and not, when I came to die, discover that I had not lived. I did not wish to live what was not life, living is so dear; nor did I wish to practise resignation, unless it was quite necessary. I wanted to live deep and suck out all the marrow of life, to live so sturdily and Spartan- like as to put to rout all that was not life, to cut a broad swath and shave close, to drive life into a corner, and reduce it to its lowest terms, and, if it proved to be mean, why then to get the whole and genuine meanness of it, and publish its meanness to the world; or if it were sublime, to know it by experience, and be able to give a true account of it in my next excursion.

h.d.thoreau

çöp

























bisikleti çevirmeye başlamadan önce gidip bir dergi alıyorum. kitap okuyamayacak kadar dalgın, bir şeye bakmadan pedalları çeviremeyecek kadar sıkılgan. kadın dergileri kapılmış geriye kötü dekorasyon dergileri kalmış. meson fransez. resimlerin, evlerin, aksesuarların arasında dolaşıyorum. yeni bir ev istiyoruz kendimize, ikimiz.  mutfağın ve banyonun zemini çini olsa ne güzel olur. koltuklar nasıl olmalı, tavan yüksek kütüphane masan sandalye. sonra bütün bu eşyaların beni ezeceğini düşünüyorum. bütün kitaplarımın, kıyafetlerimin, ayakkabılarımın beni ezdiğini. yanımda götüremeyeceğim bu kadar çok şey varken, tüketmek bu kadar tatmin etmezken, aslında sadece ordan oraya gidebilmeyi istiyorum. bu yüzden kişiliksiz, birbirinin aynı otel odalarındaki eşyaya bağlanmana izin vermeyen ruhu seviyorum. gerisi çöp.

Salı, Aralık 2

mad men
















nip/tuck'ın güzellik'e ve estetikçilere attığı tokadı, madmen reklamlara ve reklamcılara atmış. series freak olarak geç başlamış olsam da arayı çabuk kapadım. jon hamm'ın katkısı yadsınamaz tabii.

all i want for christmas is you

Pazartesi, Aralık 1

ve sonra

















evden çıkıp arabaya bindiğimde güneş fönü bozulmuş kirli saçlarımı okşadı. sunroofu açıp temiz serin havayı içeri davet ettim. bugün uçaklar marmara denizine doğru kalkıyordu, rüzgar güneybatıdan esiyor olmalı diye düşündüm. evden beni uzaklaştıran bu yolda ilerlerken tam üzerimden bir uçak geçti. ben birine binip gitmek istiyordum, sen birine binip gidiyordun.

Cumartesi, Kasım 29

önce














servisin inanılmaz yavaş olduğu restorandaki yemekle beraber yudumladığım şarap beni inanılmaz çarptı. bunu öz'den ayrılıp da hüsrev gerede'den aşağı inerken anladım. derse girdiğimde bülent hoca "fam fatal da geldi, herkes tamam" dedi. ben bu iyi mi yoksa kötü mü diye düşündüm, yüksek sesle. yeni aldığım çizme kemik rengi muz çorabımı boyuyordu ve ders inanılmaz hızlı geçiyordu. taksiye bindiğimde zaten geç kalmıştım ama maç ve yağmur sayesinde yollar bomboştu. kalbimde minik bir kuş vardı, seni göreceği için heyecanlı.

Perşembe, Kasım 27

senyör çokonat*a gittim gelicem


















2 gün boyunca 2 yaşındaki berkleydim. en güzel kısmı gece yattığımızda minicik elleriyle yüzümü sevip "seni seviyoğum" demesiydi. hiçbir zaman bu hassassiyetini kaybetmemeni ve öküz bir erkeğe dönüşmemeni diliyorum.

Pazar, Kasım 23

lodos ve rakı


















The real act of discovery consists not in finding new lands, but in seeing with new eyes. 
Marcel Proust

Cumartesi, Kasım 22

lodos














The Sea said "Come" to the Brook —
The Brook said "Let me grow" —
The Sea said "Then you will be a Sea —
I want a Brook — Come now"!

The Sea said "Go" to the Sea.
The Sea said "I am he
You cherished" — "Learned Waters —
Wisdom is stale to Me" —


Emily Dickinson

Cuma, Kasım 21

interpretation is the revenge of the intellect upon art*









her sabah böyle uyanmak istediğim birini ötenazi hakkını kullanacak duruma getirme kapasitem hormonlarımın beni ele geçirme kapasitesiyle doğru orantılı. imkansız biri oluyorum, bazen. 

*susan sontag ne güzel demiş.

a self-deprecating laughter








gece yatakta kendi kendime uyuyormuş numarasından sıkılınca saate baktım, 430. insanlar güney amerikada ne yapıyodur diye düşündüm. nihayetinde uyuduğumda rüyalar gördüm, hiç birini hatırlayamadığım. huysuz uyandım. üstüne üstlük takvim bana huysuzluk saatimin geldiğini söylüyordu. sonra aniden minik bir dedektif oldum, lakin bir sonuca ulaşamadım. yemek blogları gezdim, gezdim, gezdim. geçenlerde okuduğum edebiyat ve gerçek hayat arasındaki uyumsuzluğu anımsattı bu: 3 saatlik gezme sürecini okuması 3 saat sürecek gezme fiiliyle süslesem bu sayfada. (bkz: emine sevgi özdamar yapmıştı bunu) insanlar güzel mamalar yaptıkları gibi güzel resimler de çekiyor. ben ikisini de yapmak istiyorum. ocak ayında istanbul culinary school ve zmsa da bir takım kurslara gitmeye karar verdim. terazinin kararı ve kararsızlığı diye not düşmek istiyorum buraya. feysbukta david lebovitzle arkadaş oldum, yaşasın. yaptığı mamalara bayılıyorum. gülriz ile gülmek için cüneyt ayral we love diye bir grup kurmuştuk, o da birtakım tanımadığım insanlar sayesinde üye sahibi olmuş. anlamsız mesaj bombardımanı. bir yandan" trickster makes this world"ü bitirmeye çalışıyorum. yeniden çeviri yapmaya zihnen hazırlanırken, dün ilk kez girdiğim pilates dersi sonrasında hiç bilmediğim yerlerde hiç bilmediğim kas sistemlerini çalıştırmakla sünnet olmuş çocuk gibi dolaşmaya başladım. ha!

Salı, Kasım 18

portakalı soymak

















annelerin gözünde hiçbir zaman büyüyemememizin sebeplerinden biri acaba bir erişkin gibi meyva soyup yememek olabilir mi? meyva yapı itibariyle sevilmemesi zor bir besin türü, ama iş tüketmeye gelince her zaman basite kaçtığım ya da anne emeği ile yıkanmış soyulmuş kesilmişleri ohlala ve hatta şalala diyerek yediğim gerçeği yukarıdaki basit ama gerçekçi tabloyu görmemle yüzüme bir kez daha vurdu. bu da ancak anne olunca erişkin olacağım tezimi bir kez daha doğruluyor gibi. 

mafalda

Pazartesi, Kasım 10

so far so good

gözlerim yanıyor, az önce içtiğim süt midemi ağrıtıyor, diş fırçalamak bu saatlerde inanılmaz zorlaşıyor. serin yatak, yastığın soğuk yüzü yanağıma değince yanımda bir tek seni istiyorum. 

Cuma, Kasım 7

rüya kayıtları

Bu rüyayı yazmayı tam bitirmek üzereyken bilgisayar tarihinin ilk mavi ekranını verdi. Zaten hatırlaması zor, ama kayda değer. 

Kişisel alice harikalar diyarında rüyam diyebiliriz bu rüyaya. Ayağımda kayaklar var, neden var hiç bilmiyorum. Burası yüksek tavanlı kocaman bir salon, viktoryen dönemden. İçerdeki mobilyalar da beyaz. Fonda bir tını varsa eğer bu inland empire’daki polish poem.  Salonun zemini kar. Herkes kayıyor, bense senelerdir kayak yapmadığım için biraz düşünceliyim. Sonra bir süre kaydıktan sonra, dresuarı geçip ayaklı bir saatin yanına geliyorum. Yanımda hiç tanımadığım bir erkek var. Bu erkeğin yüzü yumuşak hatlı, saçları dalgalı. Bir yandan sensin, bir yandan değilsin. Sanki bütün erkeklerin epitomu gibi biri. Yanında durduğumuz bu saat nedense çok önemli. Elimdeyse bir kitap var, bu odada yaşadıklarımı anlatan, resimleyen. Tam da böyle olmadı aslında diyorum. Ama inanılmaz esrarengiz geliyor elimdeki kitabın beni anlatıyor olması. Hatta tekinsiz diyelim. Tanıdık ama yabancılaşmış. Odadaki herkes huzurlu, her şey yavaş akıyor. Bense bu kadar beyaz bir yerde olmanın anlamını çözmeye çalışıyorum.

Perşembe, Kasım 6

sulu göz

neden en çok sevilen-istenilen-değer verilen olma arzusu? en çok diye bir şey var mı, yok. 
şu an, şimdi, burada var. 

Pazar, Kasım 2

iki dileğim var cimbom

abimin "hadi kalk maça gidiyoruz, takıma moral lazım" demesi üzerine formaları giyip kendimizi mecidiyeköyde bulduk. şelalede içilen rakılarla sarhoş olup çekirdekleri de aldıktan sonra kıçımızı ağrıttık, kuzen geldi yer kavgası etti, ses tellerimiz zedelendi. fenere küfretmek güzel şey, pamuk gibi bir insanım.

Çarşamba, Ekim 29

güneş

gri havalardan sonra  kusursuz bir hava. içim ısındı.

burn after reading
























coen bros döktürmüş. george  kendini oynamış, seks yastığı espirisi ve kendiyle dalga geçme yeteneği harika, frances kesin kararlı kadının gücü, john, john malkoviç olmuş, tildaya iki tokat atsak ekonomik kriz bitebilir, borsa tavan yapar ve brad pitt, inanılmaz komik. 

Pazartesi, Ekim 27

dexter

science is one cold-hearted bitch with a 14 inch strap-on.

puslu


spor öncesi bunalımına giremeyecek kadar olgunlaşmış olmam gerekirken hala ve hala oflayarak gidiyor ama gülerek çıkıyorum. bir sürü yeni derginin arasında okunabilecek tek dergi food and travel. hava gri, evde badana kokusu, kahvenin içinde eriyen marshmallow. 

Pazar, Ekim 26

sansüresansür

kendi blogspotumu görüntüleyebilmek için atmadığım takla kalmadı, artık hangisinin işe yaradığını bilmiyorum. neyseki bloggera ve naked'a girebiliyorum - şimdilik - diğer blogspotlara girme sorununu çözmeyi bilen varsa yardımını esirgemesin diyor gözlerinizden öpüyorum.


Pazar, Ekim 19

happy-go-lucky
























Leigh ironi geçirmez bir film yapmış. 
mutlu olmanın daha zor ve daha cool olduğunu görmek için birebir.

Pazartesi, Ekim 13

2. raunt

bu sefer discovery channel tadında diş sergilemek yok, kendisine çabucak veda ettim. 20lik dişsiz, dişeti kanaması ve çekilmesi sıfıra inmiş bir ağzım var. so underground it hurts. 
görsel materyallerimin durduğu dosyayı dün silmişim. bugün undelete'lerle boğuştum ama olmadı. this hurts worse.

Cuma, Eylül 19

1. raunt
























- peki kemiğin ne kadar erimiş görmek istemiyor musun hiç?

her şey 2 ay önce başladı. kanayan diş etleri, gidilen dişçi, gönderilen periodontolog. temizlenen diş taşları. 20lik dişin diş etinden kemiğe sıçrayan iltihabın kemiği eritmesi. halk arasında diş çekilmesi. çözüm: diş etleri kıtır kıtır kesilecek, ameliyatla iltihap temizlenecek, dikiş atılacak. belki 20liği de çekeriz.

bu belki 20liği de çekerize kadar, yukarda alıntıladığım soru haricinde her şey "sen ağzındaki sesleri değil müziği -bartoli- dinle" cümlesinden hareketle çok güzel. çeçilya ile beraber denizde yüzüyorum. mavi sular. dişçi koltuğunda oturan biri için gevşek bile sayılırım. 
sonra çekme işlemi, dudak yanlarına sürülen bepanten, dişi elaveyt etmeler, kerpetenle sökmeye çalışmalar. diş mi inatçı, ben mi, doktor mu. 
hala kanayan bir diş boşluğu. oldukça fazla dikiş. ağızda tampon ve kan tadı. hello, i am a vampire.