Pazar, Eylül 27

"bir şarkısın sen"

geçen sezon da vardı, bu sezon malesef yine var. ilk gördüğüm andan beri 10 saniyeden fazla dayanamıyorum. biri bizi gözetliyorlar, dans edebilir misinler bitti sömürülecek en son çocuklar ve sesleri kaldı. "iyi eğitim", "fırsat" gibi zırvalıklara da inanmıyorum, bu programın masumiyetine zerre kadar inanmadığım gibi. eğitmek dertse bunun üzerinden para kazanmaktan, minicik çocukları çaktırmadan yarıştırmaktan daha iyi bir yöntem olmalı. aileyi bir arada tv karşısına geçirecek program kisvesiyle açgözlülükle çocukların sırtından para kazanmak için programı defalarca bölüp parayı ceplerine indirmesini iyi biliyorlar. dekor led ışıklandırma ile dolu. epileptik yatkınlık varsa çocukların ekran karşısında en hafif yan etki olarak baş ağrısı ve en ağır kriz geçirmesine neden olan bu ışığı cayır cayır yakmasını da biliyorlar. o çocukların ise olağan hayatlarına bu programdan sonra devam etmeleri de olanaksız. ben bu programda "gerdan kıran" çocuktan başka bir şey göremiyor, görebilene gözlük vermek istiyorum.

Salı, Eylül 15

Betty Draper'ın bir kadın olarak portresi



geçtiğimiz pazar yayınlanan madmen bölümü (the Fog) izlemekten inanılmaz keyif aldığım bölümlerden biri oldu. çoğu izleyiciye göre hiçbir şey olmamış bile olabilir, alt tarafı betty draper 3. çocuğunu doğurdu. bense çizilen ve çizgileri giderek derinleşen betty draper portresine hayran kaldım. babasını 2 hafta önce kaybetmiş olmanın ruh hali betty'i doğumhaneye kadar takip etti. betty doğurmak üzereydi, rahim 7cm açılmıştı ama o orada değildi, o arada olmak istemiyordu. elinde olsa o bebeği geldiği yere geri gönderir, tüm hamileliği boyunca elinden düşürmediği sigarası ve içkisiyle, titrememiş bir elin kusursuzca çektiği eyelinerlı gözleriyle boş boş bakmaya devam ederdi. sayıklamaları arasında sarfettiği "i am just a housewife, why are you doing this to me?" yi yazan metin yazarı sinsi sinsi gülmüş olmalı. bayıldığında ölmüş babasını yerdeki kanları paspaslarken, annesini ise ona ağzını sinek girmesin diye kapamasını söylerken buldu. betty annesinin kızımıydı? hem evet, hem hayır: her kız gibi. kendine geldiğinde kucağında cinsiyetinin kız olduğunu varsaydığı bir bebek vardı. yanılmıştı, güç-erkek-fallus-baba kucağındaydı. geriye yapılacak tek şey kalıyordu, ona babasının ismini vermek.
gece babasının öldüğü odadan gelen ağlamaların betty'i yataktan kaldırması biraz zaman aldı. ama odaya girmesi kadar değil. ve işte dizinin en güzel saniyeleri, betty'nin tekinsizliği ekranı dolduruyor. odanın kapısına gelmeden koridorda sırtından gördüğümüz, öylece duran betty. o odaya hiç girmemesinden mi yoksa girmesinden mi daha çok korktum bilemiyorum. ve kendimi bir kere daha haklı çıkardım: gerçekte bir yerlerde yaşadığına inandığım tek karakter betty. diziye yalnızca don draper'ı izlemek için başlamışken artık betty'nin kendine ait bir diziyi hak ettiğini düşünür oldum.

güzelliğiyle beni her seferinde şapşapa çeviren betty draper'ı canlandıran january jones'un röportajı için: http://www.interviewmagazine.com/film/january-jones/ röportajı yapansa jack nicholson. dream team.

Cuma, Eylül 11

moda

benim için bir semt ismi. herkes için değil tabii. ülkemde özellikle son yılların pompalanan değerlerinden biri. "modadan anlamak ama takipçisi olmamak", "moda ne derse onu yapmak", "moda blogu açmak", "moda dergilerinde çalışıyor olmak", "sokak modası" "kıyafet bir iletişim biçimi": bunlar çok moda kavramlar. ece sükan her açılışta deri minik etek giyip bacak boyu veriyor ve türkiyenin senelerdir arayıp da bulamadığı wintour'unun nihayet bulunduğu düşünülüyor. ya da aman allahım vog türkiyeye geliyor, artık huzurla ölebiliyoruz. bahsettiğimin giyinmeyi sevmekle, moda dergisi alıp seksin on altın kuralını okuyarak vakit öldürmekle ilgisi yok. bu insanlara bir şeyler olmuş. (sex and the city nin bunda bir rolü olduğundan şüpheleniyorum) birileri nasıl giyinilmesi gerektiğini bildiklerine karar vermişler, birileri ona çok farklı zevklere sahip olduğunu söylemiş ve kendilerine bir misyon belirlemişler. jenerasyonumun çoğu düşkünlüğünü anlamadığım gibi bunu da anlamıyor, "ortaokuldayken nietzche okuyordum, nirvana dinliyordum, kırmızı siyah çizgili kazağım vardı" kabilesinden olduğum için 2 şort 1 gömleğin peşinden koşacak bu kadar enerji nereden çıkıyor diye merak ediyor, o enerji bir yerde biriktirilse dünyanın enerji açığı kapanırdı biz de rahat ederdik diye düşünüyorum. bu yüzdendir ki modadan başka derdi olmamak bana biraz avam, biraz sarışın bir uğraş gibi geliyor. moda sanattır, bıdıdır filan diyen çıkacaktır kesin. o şahsın tez zamanda bir moda blogu olsun, "elbise:topshop, ayakkabı: marc jacobs, çanta: tokyoda bir sokak pazarı"ndan başka bir cümle kuramasın istiyorum.

bana yine esmer günler düşüyor, bu gece bolano'yu bitireceğime söz veriyorum.




Çarşamba, Eylül 9

homo homini lupus



iklim değişikliği, şehrin altyapısızlığı, allahın bir hikmeti. elimizde bu sebepler/bahaneler var. geriye kalanlar: ölen insanlar, telef olan hayvanlar, maddi hasar, bir de yağmacılık. sele kapılıp giden plazmalarla, kolilerce tabak çanağı ve hatta klozet kapağını yağmalayan, satmaya çalışan insanlar. bu toplumun kapitalizm öncesi refleksleri artık giderek yok oluyor: komşunu sev, yardım et, kenetlen. gerçeğin çölüne asıl şimdi hoşgeldiniz!