Perşembe, Mart 29

tersine

ahmet güntan, esrariler, kasımda yeniden basılmış,
ykyayınlarına uğradım bugün, aldım, sanırım elimde en özel baskılardan biri var, kitabın ilk 17 sayfası en sonda.
sonra yüzyılın psikanalizi'ni de almıştım esrariler'i alırken, şimdi göz gezdirirken 4 sayfanın ters basıldığını fark ettim.
robinson 389'a uğrayıp flaunt aldım, kapağı ters (bilerek ve isteyerek) basılmış.
bu bir şeyin işareti ama neyin?

gibi

the heart is a lonely hunter

Çarşamba, Mart 28

olur ya

çocukken anne ve babayla tatile çıktığımızda, babam yeni çıkan bütün albümleri alır, varılacak yere ulaştığımızda ben bütün şarkıları ezberlemiş olurdum.ajda nın bir kasedi, ajda 19** gibi bir şey sanırım, yine bize eşlik etmişti. olur ya, seneler sonra, aliyle polis filmine gittiğimizde çıktı karşıma, içim bir tuhaf oldu.
gel birer çocuk olalım, o günden başlayalım, gözlerimiz buluşsun, ilk kez bakışalım,
ne dün ne de yarın kalsın, biz yeniden doğalım, ilk söz dudağında olsun benim adım,
olur ya, kalbinde yer bulur da, yerleşirim yıllarca, seversin sonunda,
olur ya, evet dersin aşkıma, şeytana uyarsın da, olmaz mı olur ya...
olur ya, tüm saatler durur da, sonsuza dek yanımda kalırsın olur ya,
olur ya, ateş bacayı sarar da, yanmaz dersin yanar da, olmaz mı olur ya...

Salı, Mart 27


She is silent, she will never speak, never forgive, never reach a hand, never leave this frozen present tense. All waits, suspended. Suspend the autumn trees, the autumn sky, anonymous people. A blackbird, poor fool, sings out of season from the willows by the lake. A flight of pigeons over the house; fragments of freedom, an anagram made flesh. And somewhere the stinging smell of burning leaves.

j.fowles

Pazar, Mart 25

cumartesi gecesi ateşi

sofyalı, en sevdiğimiz meyhane galata'nın lezzet ikizi, yine de fasıl olmayınca bir şeyler eksik.
hüzün kursağımızda kalıyor sanki. ama sofyalı güzel, biz güzel, irmik helvası en güzel.
aklımda milli vanilli kalmış, bir de r u a husband or a wife cümlesi,
yan masadaki çocuğun nereye gidiyorsunuz diye sorması,
ordan gb, herkes orda, tufan güzel güzel çalıyor, ipi'nin içinden matchmaker çıkıyor,
olivier'ı üzerimize atıyor. saatler ileri alınıyor. dolmuş sırası, ev, yatak, uyku. dehidrasyon.

Cumartesi, Mart 24

süt lazım mı?


son bir buçuk senedir sadık olduğum birkaç şeyden biri, lost. üçüncü sezonda aldığımız hazzın altını öyle kıstılar ki lost kardeşliğinden çıkanlar çok oldu, heroes'un süper kahraman üzerine örülmüş kurgusunu bile daha inandırıcı, daha izleyici canlısı bulduk. ama son lost episodu beni rahatlattı, en sonunda bir şey olabildi, bir de jacki ve o güzel cerrah ellerini piyano çalarken görünce sawyerı bu bölüm yine sattık, yine sattık. kate ve ben.

Cuma, Mart 23

aseksüel zamanlar

ipi bonobo dinliyordu. peki sen bonobo maymunu nedir bilir misin dedim, duymamış, ben de bonobo maymununu tanıtma kolunda olduğum için buraya bir şeyler karalayım dedim. 1928 yılında keşfedilen bu türün en büyük özelliği iki ayak üzerinde durabilmeleri. dna larının yüzde 98i homo sapienslerle aynı, yani gorilden çok insana yakın duruyorlar. diğer maymunların aksine üst bedenleri ince yapılı. anaerkil bir topluluklar. dişi bonobonun vajina koordinasyonu sebebiyle dünyada yüz yüze seks yapabilen insandan başka tek yaratık bonobo. oral seks ve fransız stili öpüşmek de seks hayatlarının bir parçası. ensest nedir bilmeyen hayvanlar alemine bonoboyu alamıyoruz, anne oğluyla seks yapmıyor. ortamda huzuru sağlamak için yaptıkları en önemli şey tahmin edebileceğiniz üzere, seks. hepimizin içinde bir bonobo maymunu yatıyor, ama bazen.

hallelujah

yaz aylarını süsleyecek iki konserin varlığını az önce fark ettim, heyecandan parande atasım geldi. ilki 23 haziran daft punk. lisenin o buhranlı son senesinde around the world eşliğinde öys. hayatta olabilecek en anlamlı şarkı around the world gibi geliyordu o dönem bana. spike jonze'un çektiği da funk vidyosunu da anmadan geçmeyelim. hüzünlü bir aşk hikayesi.
ikinci olaysa AIR, şerefine caps locka da basarım köpek bokuna da. tarih temmuz 16. diyecek tek kelime yok, herkesi öpesim var.

Çarşamba, Mart 21

çöldağı

sesin çağrısı bu gelip geçen
kal onunla
kal onunla
kal onunla

birbirimizi bundan fazla sevemeyiz
burada

yürüyüp gittikçe
takip ettikçe
evet, onunla da onsuz da
her ne ise

her ne ise gelip geçen.

a.g.

yemek ya da yememek

Üç çeşit insan vardır, (böyle başlayan cümlelere bayıyıyoyum) mutluyken yemek yiyenler, mutsuzken yemek yiyenler, mutluyken yemek yemeyenler, eee mutsuzken yemek yemeyenler, ikisinde de yemeyenler de vardır kesin, üç çeşitten fazla oldu farkındayım ama kaç çeşit sayamıycam şimdi, çeşit çeşit insan var işte, bi de benim gibi özel insanlar var, mutluluk mutsuzluk dinlemeyip yiyenler, yemeği işle ve aşkla karıştırmayanlar, bugün daha önce bu kadar sinirimi bozmamış 3. bir durum girdi araya, yiyemedim. ilk defa kendimi yemek yemeye zorladım, üstelik dereotlu bezelye söz konusu, sonra serap'ın blogdaki resme aşık oldum, nerden bulmuş bu resmi dedim, bulduğunu sandığım sitede bu resim duruyordu, zencefilin balkabaklı payını anımsattı bana, eninde sonunda bu resim bana beni anlatır dedim.
Ben size bunu okkadar açık söylemişken..
Sonsuzluk, bilmiyoruz ki, belki de
Şefkatli bir şeydir, ne bileceksiniz
Taş karışmıştır dilime de çoktan bağışlayın.

Ağrım geçer, nehirler üstüme akar üstüme
UmDumDu. Bu dünyada,
Bazen benim sanırım bazen hiçkimsem yok.

Uzun uzun, karıştırarak, onu bunu, bilirsiniz
Zaman sıkıntılılar için hiç geçmeyen şeydir.

Bana uzak diyarların taşlarını topladığınızda
Teşekkür edemedim size bir ara bağışlayın.
Ben o topladığınız tüm taşların baş ağrısıyım.

Çok eskimiş bendeki, ve bir okkadar katı
Uzun uzun oturdum bugün dediğime bakmayın
Siz bana yine de güzel bir şey anlatın.

Benim bir kalmışlığım durmuşluğum vardır zaten
Bir taş nasıl ağrır bir katılıkta,
Bu dünyada isteyip verememek nedir, benden anlayın.

Birhan Keskin
ölüme ne kadar yakın
unutulmaz çocukluğumun
ağır çiçekli ıhlamur ağacı

Yelda Karataş

virüs

hayaletler hiç uyumaz aramızda dolanırlarmış.
biri hayatınızdan giderken size hayaletini bırakıyor olabilir, şaşırmayın.
nedeni onda değil kendinde aramak gerek.

Pazartesi, Mart 19

tahlil sonucu beklemek ne kasvetli bir şey. kafa dağıtmak gerek acilen.
eski bir arkadaşın blogunda son haftamızı meşgul etmiş iki konu gözüme çarptı, ben de aklımdakileri geçiriyorum yazıya. ilki saf adıyla piyasaya sürülmüş detoksçu. kalabalık bir gruba çaresizce eklendiğimiz bir cumartesi akşamı, menüyü alıp beyaz türk ortamında ciğerlerimize temiz havayı doldururken ana yemeklerden 3 peynirli makarnayı seçiyorum. 6 saatlik dersten çıkmışım, açım, huysuzum, sorulan soruya dahi yanıt veremiyorum. karbonhidratı bünyeye aldığım andan itibaren rahatlıyacağım. derken bir takım maki setleri geliyor, bir maki sokuşturuyor ağzıma aykan. ve uzun ince bir tabakta makarnam. 3 top halinde. toplardan her biri bir kaşık. 3 kaşık, soğuk, içinde bir takım çiğ sebzeler olan makarna var. gözlerimdeyse yaşlar. ben kim detoks kim, tanışmak istemiyoruz.
cyanla çıkıp şimdiye gidiyoruz, ben bir tabak makarna söylüyorum.
diğer konu 300. çizgiromanını çok sevdiğim iki insan çıkardı, filmden umutluyum. afm de yanlarına uğrayıp yanaklarından birer makas alıp, moral veriyor ve emek e doğru yollanıyoruz. filmin ana teması kas. çocuklar kas yapmışlar allah için. rende kaslar gözlerimizi acıtıyor bakamıyoruz. bu kas konusundan hemen uzaklaşmak lazım çünkü 3 dişi bir erkek gittiğimiz filmde bizi etkileyen tek şey bu. homoseksüel aşkın hüküm sürdüğü bir dönemde kadın erkek aşkı abes kaçmakla yetinmiyor, bir de homofobi eklenince işin içine filmi prenses ohannes edasıyla izliyorum, pers kralı bildiğin ibne, ki bu çocuk lost da oynar, bıçkın delikanlıdır, o güzelim kaşlarını keman gibi germişler, oğlancılık, anal seks usulü şiddet, ıspartalıların uluması filan derken ben bütün filmi gülerek geçirdim. olmamış diyor, 300ü haftanın rüküşü seçiyorum.

Perşembe, Mart 15

jamie do me a lidell


this ain't no way to be
stuck between my shadow and me
could it been the sun don´t shine today
but i'll tell you that i'm doing fine


i'm so tired over beating myself
beating myself up
wanna take a trip and multiply


Çarşamba, Mart 14

All those moments will be lost in time like tears in the rain demiş Roy.
Katılmamak mümkün değil.

Bir de pilates teyzelerden bahsetmek istiyorum, gayet konumuz dışı ama olsun. Haftada 3 sabah sports otoparkı tıklım tıklım, cehennemin dibindeki otoparka park ediyorum, çünkü bir takım teyzeler pilates dersine koşmuş oluyor. Pilates ve koşmak aynı cümle içinde ironik durdu haliyle. Zaten konu spor olunca mıymıy hareket etmeyi seven biri değilim, terleyelim isterim. Yoga fikri beni yorar. Pilates ise katlanılabilir gibi değil. Soyunma odası kadın dolu, etrafımda bir takım memeler ve kukular görmek zorunda kalıyorum. En ücra köşedeki dolabı seçip konuşmalarını dinliyorum.
Hepsi Madonna olabilme ihtimalini sevmişler. Bense Madonnayı.

lilac wine, i feel unready...

Pazartesi, Mart 12



Mes amours perdues
Hantent toujours mes nuits
Et dans des bras inconnus
Je retrouverai l'oubli
Love is giving something you don't have to someone who doesn't want it.
Lacan

Pazar, Mart 11

Perşembe, Mart 8

Gehe
Verschmähe
Die Treue
Die Reue
Kommt nach.

Goethe

new birds

you just have to be sure you're doing the right thing. i mean it's very easy to forget - she's was just sitting there in the pub with her new friends and her new life and her new hair and it might been five years but you'd know just to look at her.

i wasn't even sure it was her at first, i was ready to walk away but she smiled and called me over and we said hello for a bit. when we went back to our tables we were trying not to look over at each other and told our friends to stop staring.

i didn't see her for the rest of the night, but by closing time the beer's kicked in so i go up and speak to her and we end up going for a walk and talking about our new homes, our new jobs, our new friends and our new birds.

she says she's been going out with him now for about two and a half years, but they don't live together so he'd never find out. and you think about chasing her about school when you were wee and lying in your bed and listening to love songs and pretending they were about you. and the first time you asked her out she said no but one night you went to a wedding and when you came back to the pub she'd changed her mind and you went out. you remember the way she swung her arms when she held your hand but you can't remember how she kissed and now you've got the chance to find out.

but you have to remember there's this other kiss. and she's sitting at home, wondering where you are and what you're doing. and you work hard on this kiss and you know it inside out, it's as much yours as it is hers, and it took a long time to get right, it took months of practice and months of embarrassment but now you've got it perfected and you've been looking forward to that kiss all week.

you can see her breath in the air between your faces as you stand in the leaves and she just asks you straight out if you want to come and stay at her flat. but you make sure you get separate taxis and you go home and there might be a slight regret and maybe you'll wonder what you missed but you have to remember the kiss that you worked so hard on - and you'll know you've done the right thing.

Çarşamba, Mart 7

uyandığımdan beri şu: haydi didem haydi didem haydiiii, tam zamanı tam zamanı şimdiii. içime bu taraftar nerden kaçtı, neyin tam zamanı onu da anlamış değilim.
şu an terastaki bir kargayla kesişiyoruz.

grey's anatomy'e kaptırdım kendimi, hasta doktor ilişkisi.

hastalık hastası olma potansiyeli yaşla beraber artan ben için aslında hiç iyi değil bu er diziler. house'dan daha çok ürküyorum o yüzden.

bir de zizek journali türkçeye çeviricem.
çevireceğim.



Cuma, Mart 2

ne güzel ne güzel bi filmdir annie hall


It was great seeing Annie again and I realized what a terrific person she was and how much fun it was just knowing her and I thought of that old joke, you know, this guy goes to a psychiatrist and says, 'Doc, uh, my brother's crazy, he thinks he's a chicken,' and uh, the doctor says, 'well why don't you turn him in?' And the guy says, 'I would, but I need the eggs.' Well, I guess that's pretty much now how I feel about relationships. You know, they're totally irrational and crazy and absurd and, but uh, I guess we keep going through it...because...most of us need the eggs.