Salı, Aralık 27




























I was myself the compass of that sea:
I was the world in which I walked, and what I saw
Or heard or felt came not but from myself;
And there I found myself more truly and more strange.

- Wallace Stevens

Pazartesi, Aralık 12

araf






































burada tek bir kelime yok. göstergelere tekabül eden imgelerin yerinde  boşluk var sadece. burası dilsiz, dil dışı. burası gerçek. bir tek ben görmüş olmalıyım arzusu, dokunduğumda elimde kireci kalan duvarlar. gözlerimin gördüğünü nasıl anlamlandırabilir zihnim. burası kimin. ben ne zaman geldim. ne kadar kalacağım.


tutkunun elleri arkadan bağlı. tat duyusuyla hareket eden aç bir hayvan. tırnaklarını etinin içine gömmeden rahat etmiyor. uykusu yok, gecesi gündüz. zamanı hep şimdi. onu hangi sıklıkta beslemeli? ne acıkmalı ne de tıka basa doymalı. hep yeni lokmanın tadına bakmaya hazır bırakmalı. tutkunun gözleri kör. dokunarak gördüğü diğerinde var olmuş bedenin hatları. bu kimin kolu, bu kimin bacağı. dokunduğu aslında hep kendi. 


havada asılı. taşıdığın yer ne daha yukarısı ne daha aşağısı. 

Perşembe, Aralık 8

Pazar, Kasım 27

ardışık






































ilk notayı duyduğum anda yaşlar akmaya başlıyor, daha hiç başlamadan doymuşum. havada elle tutabildiğim ağırlık beni yerle paralel kalmaya davet ediyor. uzanıyorum. anlatmaya çalışsam kelimeler eksik, ancak tarifi mümkün.
nefes almanın bile gerekmediği bir yerde, her şeyin dokunma mesafesinde olduğu ama dokunmadığı, tepkisiz kaldığı bir zaman. farkındalık anlamsız ve fark etmemek olanaksız. hep olmak istediğin yerde, annenin karnında yatar gibi ama değil. hiçbiri ve hepsi.
zıtlıkları birbirine emzirip doyurdum. yeniden kalkmak için bir ele bile ihtiyacım yok.

Salı, Ekim 18

çıt


















ansızın içimi bulamaç gibi kaplayan bu sıkıntı. organlarımı yavaş yavaş ele geçiren ağırlık. bir şeyin korkusu, arkadan gelen bir dalın kırılma sesi. çıt.

Perşembe, Ekim 6

Steven Paul Jobs


















Hepimizi az ya da çok etkileyen ve hayatını o ya da bu şekilde değiştiren. Teşekkürler. 
(Bu satırları henüz bir haftalık macbook'umdan yazıyor olmanın hüznü ve gururu)



Pazar, Ekim 2

32




































"We should all start to live before we get too old. Fear is stupid. So are regrets." Marilyn Monroe

Salı, Eylül 6

Pazartesi, Eylül 5

beklenen son

ağustos bitmiş eylülün 5i bile gelmiş. birkaç güne bu sene de biter rahatlarız diye düşünüyorum. sonra içimi inanılmaz bir melankoli kaplıyor, böyle bir takım çocukluğa dair anılar, bir takım 20li yaşlar filan. şu anki hayatına bakıp hıı peki demeler. zaman göreceli filan değil bildiğin hızlı geçen bir şey. hayat kısa ama şanslıyız ki geniş. hayatımın her alanını kontrol edeceğime dair dahiyane bir inancım olduğundan  bu yaz tatilimi hiç planlamadım. öyle ki ne zaman tatile çıkacağımı bile o haftanın başında bilmiyordum. sonra bayramın üzerine bindirilecek ekstradan bir hafta gözüme güzel gözüktü, zaten yaz da bitiyordu, sonra arabaya binildi, ayvalıkta duruldu. ordan lesvos a geçildi ve ver elini yunan adaları. öbür gün hangi adaya gideceğimi bile düşünmeden spontane olmayı denedim. ya da olmak durumunda kaldım. gerilmemeyi öğrendim. ve dönüş yolunda mykonos a sadece tek bilet kaldı cümlesini duyduğumda bile o gemiye bineceğimizden şüphe etmeden kendime bir sütlü frappe söyledim.

Çarşamba, Temmuz 6
















saat 14:14 diyordu. televizyon şike diyordu. betül 1450-60 diyordu. harita avrupa, su saka, hesap makinesi rubenis diyordu. her şey ve herkes kelimelerini kuşanmış, her şeyde bir anlam. ama eksikliği. üç harf yanyana geldi diye bir anlamı olabilir mi?
birbirimize vahşice anlam yüklerken, ama kelimesiz anlamlar, işte o kafanın içindeki gri hücrelerin verdiği hissi nasıl sözlüğünden çıkarıp atarsın. aynı şeyi iki kişi neden farklı yorumlar. yakınlık nedir, samimiyet nedir, sınırımız nedir.
gitme demek aslında ne demektir?

Çarşamba, Haziran 1

flaming june





















I want to be where
your bare foot walks,
because maybe before you step,
you will look at the ground.
I want that blessing

Perşembe, Mayıs 26

enter the void






















ait olmak ve açılımları: birine ait olmak, bir yere ait olmak, ait hissetmek, ait olmak istemek, ait olmadığından korkmak. aidiyet. sanırım varoluşumuzun temel meselelerinden biri bu. hiçbir yere kendimi ait hissedemediğimden ve her yere ait olduğumdan ötürü bence bana ait tek şey yine ben. o da geçici bir zaman için. bu üstten bakışı hep korursak hayat boşlukta geçmeyebilir.

Cuma, Nisan 22

Mutlak Aşk

Dinle sevgilim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım.
Yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukut-u hayaller eksik olmaz! Sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı!
Muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: çift demek, yanyana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! Onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. Uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. Yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdehale: sevdiğini hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur.
Sevmek! Sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak...



Atilla İlhan

Pazartesi, Nisan 18

the killing
















ortalığı sıkıcı tarihi diziler basmışken bu yoklukta indirdiğim AMC'nin yeni dizisi danimarka televizyonundan uyarlama the killing'ten memnunum. senelerimi cinayet romanlarına verip poirot ile yatıp marlowe ile uyanmamdan sebep iyi kotarılmış cinayet filmlerine/dizilerine bayılıyorum. gelsin suspense gitsin popcorn. hikayenin başlangıcı itibareyle laura palmer'ı özlemle andım. tonu ve görüntüleriyle bana seven'ı anımsattı. kasveti bir tek ekranda seviyorum, yaşasın karanlık!

Perşembe, Nisan 14

the past is a foreign country














kumun suyla son kez buluştuğu o ince çizgide yürümüştük ve sen tüm plajdaki en güzel belin bende olduğunu söylemiştin.
yalan söyleme inanırım.
yalan söyleme.
yalan söyle.

sonsuzluk ne yorucu, bir gün biteceğini bilmek neden beni hiç rahatsız etmedi? işte her şeyin bir ömrü var dedim, bitince gerisi kalp kırıklığı. değersizleştirmenin binlerce yolu var, çok kullanılmış beyaz atletini öbür gün tuvalet fayanslarını silerken görmek gibi. daha dün üzerimde, tenime yapışıktın, şimdi nereye gittin? hep zor gelen bu oldu bana. bir bağ, var bir halat ve ona baltayı saplayıp koparmak, iki yabancı olmanın konforunu asla hissedemeyecek iki yabancı olmak. başka birilerine aynı cümleleri en baştan kurmak. her şeyiyle ödünçlük üzerine kurulmuş bir sistemden verebileceğinden fazlasını beklemek naiflik değil mi?

herkes kendi var oluşundan mesul.

Salı, Mart 22

ah minel aşk!

















bir aşağı bir yukarı bir ileri bir geri. ay yaklaşıp uzaklaşıyor, her şey birbirini çekiyor ve itiyor. belki de denge arama çabası nafiledir.
birini öldürme planları yapıyormuşum hissi kaplıyor içimi, tekinsiz ve huzursuz yatakta sağdan sola dönüyorum. kalbim pıtpıtpıt atıyor, dakikada 84 kere. sonra belki de kurban benimdir diyorum, her şey havaya atılmış ve asılı kalmış, yere düşmelerini etrafa saçılmalarını bekliyorum. bekliyorum o an gelsin ve ben bu resmi buruşturup atabileyim, her an ağlamaya hazır gözlerimden akan yaşlara inat kıs kıs gülebileyim. kalbim ve aklım arasındaki o gedikte sonsuza dek asılı kalmaktansa, olmayacak duaya her gün amin demektense, denemiş olmanın hafifliği  bitirmiş olmanın ağırlığıyla ve senin ay yüzeyindeki bir krater olduğun hayaliyle hep böyle sevdalı ama hep uzağında kalabileyim.

Cuma, Mart 4

eşyanın tabiatı













bireysel kurtuluşumuz işte burda başlıyor.
kerrat cedvelini adım gibi bilmeliydim ki hayatta her soruya bir cevabım olsun. soruyorum neden? neden o? neden onu seçtin?
altıkereyedi gibi bir cevabı olmalı her sorunun. net, hızlı, sağlaması yapılabilir. matematikten hiç anlamıyorum inan, bir tek rakamlara güveniyorum. seninle beni toplayınca sonuç bazen sıfır bazen bir. yaşayıp göreceğiz işte, nasıl olsa bu hayattan canlı çıkılmıyor.

Pazartesi, Şubat 28

açık mektup















upuzun gecelerde, tüm belirsizlikleriyle hayatı düşünmeye başladığımda seni düşünüyorum. anneanne.

Cuma, Şubat 18

shameless / episodes


















Aslında bir channel 4 yapımı olan Shameless karşımıza US remake ile çıktı. Orjinali remakeinden ne kadar iyidir bilemiyorum ama ben şu an hastası olma yolunda emin adımlarla ilerlemekteyim. Alkolik baba Frank ve altı çocuğunun hikayesini anlatıyor. İngilterede şu an 8. sezonu oynuyor olması beni rahatlatıyor. Showtime çekmeyi bıraksa bile elimizde orjinaller var!






















İlk birkaç bölüme dişimi sıktıktan sonra şimdi izlemekten büyük keyif aldığım diğer dizi ise Episodes. İçinde Matt LeBlanc olan her şeyi izlerim, ama asıl bomba Green Wing ve Black Books'ta tanıyıp sevdiğim Tamsin Greig'in de oynuyor olması. Dizisiz bir hayat, hatadır.

Salı, Şubat 15

look and tell


















‘The only true voyage of discovery, the only fountain of Eternal Youth, would be not to visit strange lands but to possess other eyes, to behold the universe through the eyes of another, of a hundred others, to behold the hundred universes that each of them beholds, that each of them is.’ –Marcel Proust

Salı, Şubat 8

korku'dan yürüyüp geçerken
















Swift as a deer. Quiet as a shadow. Fear cuts deeper than swords. Quick as a snake. Calm as still water. Fear cuts deeper than swords. Strong as a bear. Fierce as a wolverine. Fear cuts deeper than swords. The man who fears losing has already lost. Fear cuts deeper than swords. Fear cuts deeper than swords. Fear cuts deeper than swords.
— Arya Stark, A Song of Ice and Fire

I must not fear.
Fear is the mind-killer.
Fear is the little-death that brings total obliteration.
I will face my fear.
I will permit it to pass over me and through me.
And when it has gone past I will turn the inner eye to see its path.
Where the fear has gone there will be nothing.
Only I will remain.
— Bene Gesserit Litany Against Fear, Dune

Pazartesi, Şubat 7

uyumakla uyanmak arasında bir yerde


















Üzgünüm eskisi gibi değil lunapark. Bi yanıp bi sönerken, hiç gitmemiş gibi ışıklar ama baksana bana gölgeme döndüm halim perişan. Bi yanıp bi söner. Bi yanıp bi söner. Bi yanıp bi söner. Hiç gitmemiş gibi ışıklar ama.
Sen nehirleri yataklarından ayırırdın da örterdin üstümü. Hani yuvarlanıverirdi taşlar, yani canları isterse. En güzel günleriydi onlar ama geri geleceklermiş gibi değil, bu sefer, mutsuzum ama keyfim yerinde. Gel beraber diye değil. Karanlık. Artık hurda bir eşyadır ve en güzel yerinde durur evin. 

Salı, Ocak 25

yes!



the sun shines for you he said the day we were lying among the rhododendrons on Howth head in the grey tweed suit and his straw hat the day I got him to propose to me yes first I gave him the bit of seedcake out of my mouth and it was leapyear like now yes 16 years ago my God after that long kiss I near lost my breath yes he said I was a flower of the mountain yes so we are flowers all a womans body yes that was one true thing he said in his life and the sun shines for you today yes that was why I liked him because I saw he understood or felt what a woman is and I knew I could always get round him and I gave him all the pleasure I could leading him on till he asked me to say yes and I wouldnt answer first only looked out over the sea and the sky I was thinking of so many things he didn't know
I was a Flower of the mountain yes when I put the rose in my hair like the Andalusian girls used or shall I wear a red yes and how he kissed me under the Moorish wall and I thought well as well him as another and then I asked him with my eyes to ask again yes and then he asked me would I yes to say yes my mountain flower and first I put my arms around him yes and drew him down to me so he could feel my breasts all perfume yes and his heart was going like mad and yes I said yes I will Yes. /Ulysses

Cuma, Ocak 21

4. gün

kapının önüne bırakılan ayakkabıların alınmış, sakladığın kutuların içinde hep benim fotoğraflarım, ellerime bakıp duruyorum, severdin ellerimi. sen diye toprağı seveceğim ben de, yarın. özledim seni.

Salı, Ocak 18

dar vakit

Anneanneciğim,
Ertesi sabah Gözdemlere giderken giyeceğin -ve asla giyemediğin- elbisen dolapta diğerlerinin yanında asılı duruyor. Düşündüm, biri gidince eşyaları ne kadar çoğalıyor. Yatak odanın önünden geçerken her sabah erkenden kalkıp hiç yatmamışcasına topladığın yatağına bakıyorum. Koltuğun arkasında duruyor hala battaniyen. Bugün terliklerini gördüm birinin ayağında. Herkes seni gülümseyerek anımsadı bugün, ne kadar tatlı dilli olduğunu, anlattığın hikayeleri. Hikayelerini her gün dinliyor ve sana diyordum ki : anneanne daha önce anlattın. Şimdi hiçbirini hatırlamıyorum. Yarın seni taşıyan bedenin toprakla buluşacak. Bana kalan anıların, hüzün ve suçluluk hissi. Daha çok vakit geçirseydim, daha çok yanında otursaydım, daha çok daha çok. Daha artık yok.

Pazartesi, Ocak 10

ölümün tadı




Boruyla zorla beslenmenin ardından bütün gece ağlayıp 3 gündür konuşmayı ve yemek yemeyi reddeden anneannem kollarını sıvazlayıp serumunu çıkarmak istiyor. Her defasında çıkarma diyorum. Dediklerimin onda bir karşılığı var mı, anlamıyorum. Sadece nefes alıp veren bir alet gibi bedeni. Bense bilmediği bir dili konuşuyorum, ikimize birden kızıyor beni anliyor musun diye soruyorum, başını hafifçe sallıyor. O zaman bir şey söylesene anneanne diyorum, gözleri soru işareti. Neden burada olduğunu anlamayan bakışları ile bakışırken gözlerim doluyor, ağlamaya başlıyorum. Ölmek diyorum ne kadar zor.

I say, bring it on.

Perşembe, Ocak 6

you will meet a tall dark stranger



Hayatın bir Woody Allen filmi olma ihtimali yüksek, ya da Woody Allen filminin hayatı birebir taklit etmesidir gerçeğin kendisi. Zaaflarınca yönetilen bir varlığın kendini düşürdüğü tuzaklara bakmak, kendini izlemek. Bu film insanı uykusunda konuşturur.

Life's but a walking shadow, a poor player
That struts and frets his hour upon the stage
And then is heard no more. It is a tale
Told by an idiot, full of sound and fury
Signifying nothing."
— Macbeth

Pazar, Ocak 2

ben sana ne demiştim.



hep bu anın gelmesinden korktum. küçük kare bir kutunun içinde bir soru. kulaklarım duyacaklarını beklerken iki meraklı göz yüzüme bakıyor. ellerim o kadar terli ki kutu elimde büyüyor, kayıyor.
sorulmayan soru, bir nefes veriyorum. cevabını kendime verdiğim bir prova sadece.

elimde bir kar küresi. salladıkça havalanan kar tanelerinin yeni yeri neresi?