Salı, Ocak 25

yes!



the sun shines for you he said the day we were lying among the rhododendrons on Howth head in the grey tweed suit and his straw hat the day I got him to propose to me yes first I gave him the bit of seedcake out of my mouth and it was leapyear like now yes 16 years ago my God after that long kiss I near lost my breath yes he said I was a flower of the mountain yes so we are flowers all a womans body yes that was one true thing he said in his life and the sun shines for you today yes that was why I liked him because I saw he understood or felt what a woman is and I knew I could always get round him and I gave him all the pleasure I could leading him on till he asked me to say yes and I wouldnt answer first only looked out over the sea and the sky I was thinking of so many things he didn't know
I was a Flower of the mountain yes when I put the rose in my hair like the Andalusian girls used or shall I wear a red yes and how he kissed me under the Moorish wall and I thought well as well him as another and then I asked him with my eyes to ask again yes and then he asked me would I yes to say yes my mountain flower and first I put my arms around him yes and drew him down to me so he could feel my breasts all perfume yes and his heart was going like mad and yes I said yes I will Yes. /Ulysses

Cuma, Ocak 21

4. gün

kapının önüne bırakılan ayakkabıların alınmış, sakladığın kutuların içinde hep benim fotoğraflarım, ellerime bakıp duruyorum, severdin ellerimi. sen diye toprağı seveceğim ben de, yarın. özledim seni.

Salı, Ocak 18

dar vakit

Anneanneciğim,
Ertesi sabah Gözdemlere giderken giyeceğin -ve asla giyemediğin- elbisen dolapta diğerlerinin yanında asılı duruyor. Düşündüm, biri gidince eşyaları ne kadar çoğalıyor. Yatak odanın önünden geçerken her sabah erkenden kalkıp hiç yatmamışcasına topladığın yatağına bakıyorum. Koltuğun arkasında duruyor hala battaniyen. Bugün terliklerini gördüm birinin ayağında. Herkes seni gülümseyerek anımsadı bugün, ne kadar tatlı dilli olduğunu, anlattığın hikayeleri. Hikayelerini her gün dinliyor ve sana diyordum ki : anneanne daha önce anlattın. Şimdi hiçbirini hatırlamıyorum. Yarın seni taşıyan bedenin toprakla buluşacak. Bana kalan anıların, hüzün ve suçluluk hissi. Daha çok vakit geçirseydim, daha çok yanında otursaydım, daha çok daha çok. Daha artık yok.

Pazartesi, Ocak 10

ölümün tadı




Boruyla zorla beslenmenin ardından bütün gece ağlayıp 3 gündür konuşmayı ve yemek yemeyi reddeden anneannem kollarını sıvazlayıp serumunu çıkarmak istiyor. Her defasında çıkarma diyorum. Dediklerimin onda bir karşılığı var mı, anlamıyorum. Sadece nefes alıp veren bir alet gibi bedeni. Bense bilmediği bir dili konuşuyorum, ikimize birden kızıyor beni anliyor musun diye soruyorum, başını hafifçe sallıyor. O zaman bir şey söylesene anneanne diyorum, gözleri soru işareti. Neden burada olduğunu anlamayan bakışları ile bakışırken gözlerim doluyor, ağlamaya başlıyorum. Ölmek diyorum ne kadar zor.

I say, bring it on.

Perşembe, Ocak 6

you will meet a tall dark stranger



Hayatın bir Woody Allen filmi olma ihtimali yüksek, ya da Woody Allen filminin hayatı birebir taklit etmesidir gerçeğin kendisi. Zaaflarınca yönetilen bir varlığın kendini düşürdüğü tuzaklara bakmak, kendini izlemek. Bu film insanı uykusunda konuşturur.

Life's but a walking shadow, a poor player
That struts and frets his hour upon the stage
And then is heard no more. It is a tale
Told by an idiot, full of sound and fury
Signifying nothing."
— Macbeth

Pazar, Ocak 2

ben sana ne demiştim.



hep bu anın gelmesinden korktum. küçük kare bir kutunun içinde bir soru. kulaklarım duyacaklarını beklerken iki meraklı göz yüzüme bakıyor. ellerim o kadar terli ki kutu elimde büyüyor, kayıyor.
sorulmayan soru, bir nefes veriyorum. cevabını kendime verdiğim bir prova sadece.

elimde bir kar küresi. salladıkça havalanan kar tanelerinin yeni yeri neresi?