Cumartesi, Kasım 29

önce














servisin inanılmaz yavaş olduğu restorandaki yemekle beraber yudumladığım şarap beni inanılmaz çarptı. bunu öz'den ayrılıp da hüsrev gerede'den aşağı inerken anladım. derse girdiğimde bülent hoca "fam fatal da geldi, herkes tamam" dedi. ben bu iyi mi yoksa kötü mü diye düşündüm, yüksek sesle. yeni aldığım çizme kemik rengi muz çorabımı boyuyordu ve ders inanılmaz hızlı geçiyordu. taksiye bindiğimde zaten geç kalmıştım ama maç ve yağmur sayesinde yollar bomboştu. kalbimde minik bir kuş vardı, seni göreceği için heyecanlı.

Perşembe, Kasım 27

senyör çokonat*a gittim gelicem


















2 gün boyunca 2 yaşındaki berkleydim. en güzel kısmı gece yattığımızda minicik elleriyle yüzümü sevip "seni seviyoğum" demesiydi. hiçbir zaman bu hassassiyetini kaybetmemeni ve öküz bir erkeğe dönüşmemeni diliyorum.

Pazar, Kasım 23

lodos ve rakı


















The real act of discovery consists not in finding new lands, but in seeing with new eyes. 
Marcel Proust

Cumartesi, Kasım 22

lodos














The Sea said "Come" to the Brook —
The Brook said "Let me grow" —
The Sea said "Then you will be a Sea —
I want a Brook — Come now"!

The Sea said "Go" to the Sea.
The Sea said "I am he
You cherished" — "Learned Waters —
Wisdom is stale to Me" —


Emily Dickinson

Cuma, Kasım 21

interpretation is the revenge of the intellect upon art*









her sabah böyle uyanmak istediğim birini ötenazi hakkını kullanacak duruma getirme kapasitem hormonlarımın beni ele geçirme kapasitesiyle doğru orantılı. imkansız biri oluyorum, bazen. 

*susan sontag ne güzel demiş.

a self-deprecating laughter








gece yatakta kendi kendime uyuyormuş numarasından sıkılınca saate baktım, 430. insanlar güney amerikada ne yapıyodur diye düşündüm. nihayetinde uyuduğumda rüyalar gördüm, hiç birini hatırlayamadığım. huysuz uyandım. üstüne üstlük takvim bana huysuzluk saatimin geldiğini söylüyordu. sonra aniden minik bir dedektif oldum, lakin bir sonuca ulaşamadım. yemek blogları gezdim, gezdim, gezdim. geçenlerde okuduğum edebiyat ve gerçek hayat arasındaki uyumsuzluğu anımsattı bu: 3 saatlik gezme sürecini okuması 3 saat sürecek gezme fiiliyle süslesem bu sayfada. (bkz: emine sevgi özdamar yapmıştı bunu) insanlar güzel mamalar yaptıkları gibi güzel resimler de çekiyor. ben ikisini de yapmak istiyorum. ocak ayında istanbul culinary school ve zmsa da bir takım kurslara gitmeye karar verdim. terazinin kararı ve kararsızlığı diye not düşmek istiyorum buraya. feysbukta david lebovitzle arkadaş oldum, yaşasın. yaptığı mamalara bayılıyorum. gülriz ile gülmek için cüneyt ayral we love diye bir grup kurmuştuk, o da birtakım tanımadığım insanlar sayesinde üye sahibi olmuş. anlamsız mesaj bombardımanı. bir yandan" trickster makes this world"ü bitirmeye çalışıyorum. yeniden çeviri yapmaya zihnen hazırlanırken, dün ilk kez girdiğim pilates dersi sonrasında hiç bilmediğim yerlerde hiç bilmediğim kas sistemlerini çalıştırmakla sünnet olmuş çocuk gibi dolaşmaya başladım. ha!

Salı, Kasım 18

portakalı soymak

















annelerin gözünde hiçbir zaman büyüyemememizin sebeplerinden biri acaba bir erişkin gibi meyva soyup yememek olabilir mi? meyva yapı itibariyle sevilmemesi zor bir besin türü, ama iş tüketmeye gelince her zaman basite kaçtığım ya da anne emeği ile yıkanmış soyulmuş kesilmişleri ohlala ve hatta şalala diyerek yediğim gerçeği yukarıdaki basit ama gerçekçi tabloyu görmemle yüzüme bir kez daha vurdu. bu da ancak anne olunca erişkin olacağım tezimi bir kez daha doğruluyor gibi. 

mafalda

Pazartesi, Kasım 10

so far so good

gözlerim yanıyor, az önce içtiğim süt midemi ağrıtıyor, diş fırçalamak bu saatlerde inanılmaz zorlaşıyor. serin yatak, yastığın soğuk yüzü yanağıma değince yanımda bir tek seni istiyorum. 

Cuma, Kasım 7

rüya kayıtları

Bu rüyayı yazmayı tam bitirmek üzereyken bilgisayar tarihinin ilk mavi ekranını verdi. Zaten hatırlaması zor, ama kayda değer. 

Kişisel alice harikalar diyarında rüyam diyebiliriz bu rüyaya. Ayağımda kayaklar var, neden var hiç bilmiyorum. Burası yüksek tavanlı kocaman bir salon, viktoryen dönemden. İçerdeki mobilyalar da beyaz. Fonda bir tını varsa eğer bu inland empire’daki polish poem.  Salonun zemini kar. Herkes kayıyor, bense senelerdir kayak yapmadığım için biraz düşünceliyim. Sonra bir süre kaydıktan sonra, dresuarı geçip ayaklı bir saatin yanına geliyorum. Yanımda hiç tanımadığım bir erkek var. Bu erkeğin yüzü yumuşak hatlı, saçları dalgalı. Bir yandan sensin, bir yandan değilsin. Sanki bütün erkeklerin epitomu gibi biri. Yanında durduğumuz bu saat nedense çok önemli. Elimdeyse bir kitap var, bu odada yaşadıklarımı anlatan, resimleyen. Tam da böyle olmadı aslında diyorum. Ama inanılmaz esrarengiz geliyor elimdeki kitabın beni anlatıyor olması. Hatta tekinsiz diyelim. Tanıdık ama yabancılaşmış. Odadaki herkes huzurlu, her şey yavaş akıyor. Bense bu kadar beyaz bir yerde olmanın anlamını çözmeye çalışıyorum.

Perşembe, Kasım 6

sulu göz

neden en çok sevilen-istenilen-değer verilen olma arzusu? en çok diye bir şey var mı, yok. 
şu an, şimdi, burada var. 

Pazar, Kasım 2

iki dileğim var cimbom

abimin "hadi kalk maça gidiyoruz, takıma moral lazım" demesi üzerine formaları giyip kendimizi mecidiyeköyde bulduk. şelalede içilen rakılarla sarhoş olup çekirdekleri de aldıktan sonra kıçımızı ağrıttık, kuzen geldi yer kavgası etti, ses tellerimiz zedelendi. fenere küfretmek güzel şey, pamuk gibi bir insanım.