Pazartesi, Nisan 16

sleepy head


yastığa başını koyduktan 5 dakka sonra uyumak bir lüks oldu cuma gecesi. ısrarla yataktan çıkmayıp kendimi uyuyacağıma inandırmak, senelerdir vazgeçilmeyen bir kendini kandırma ritüeli, yatağa homojen olarak yayılmak nafile, sana bu gece uyku yok, oysa bu sefer kendime zaman verdim, yataktan kalktım, türlü meşgaleler yarattım. 11de gideceğim filmi ekmeyi göze aldım. ama gözlerim faltaşı gibi açık, pes ettim, en enerjik halime büründüm, kalktım filme gittim. the fountain. filmin sonunda kendimle ağlamamak için mücadele verirken, yanımda ipinin hıçkırığını duyunca ben de ona katıldım. uykusuzluğun üzerine gözyaşlarım, elmalı turtanın üzerindeki pudra şekeri gibi, aşk ve ölüm hakkında daha incelikli bir şey izlememiştim, kieslowski ölümü tarif edip, buffy’nin the body episodu canlandırdıysa bu film konunun şiirini yazmış ve bu şiir bir yerlerimize feci şekilde dokundu. kendimize gelmek için yürüdük ve bir cumartesi günü klasiği all sports domates çorbası ve 6 saatlik bülent hoca dozlarımı aldım, çıkışta ipiyle buluşup ve bütün gece boyunca bize eşlik edecek junk food ihtiyacımızı karşılayıp, eve, bize geldik. cyandan umudu kestiğim anda kapıda olduğunu belirtti, sabahın 4ü ve ısrarla pink flamingos izleyen 3 kişi, sonunda, en sonunda uyku. mutfakta aşçı ve ama daha önemlisi yatakta uykucu oldum.

Hiç yorum yok: