Cuma, Aralık 29

hastayım, yaşıyorum görünmez hayâliyle
belki bir gün, bir gün diye, beklerim ümîd ile
çürüyor zavallı kalbim aşkının hasretiyle
belki bir gün, bir gün diye, beklerim ümîd ile
Ağayla marabası, ağanın en güzel atının koşulduğu en süslü arabayla kasabaya inmektedirler. Ağa arabadadır, maraba ise arabanın yanında yürümektedir. Yerde taze bir tezek kümesi görürler. Üzerinde sineklerle etrafa koku salmaktadır. Ağa, marabasıyla alay etmek ister.

‘‘Maraba’’ der, ‘‘şu tezeği ye, atla araba senin. Sen bineceksin, ben yürüyeceğim.’’

Maraba ata bakar, arabaya bakar. Ağaya da zaten gıcıktır. Oturur, midesi bulana bulana tezeği yer. Ağa iner, maraba sahip olduğu arabaya biner. Ağa çok bozuktur. Durduk yerde en güzel atını, en güzel arabasını marabaya kaptırmıştır. Maraba da bozuktur. Durduk yerde tezeği yemiştir. Ağanın daha güzel atlar alacak parası, daha güzel arabalar alacak imkánı vardır. Üstelik ne ata, ne de arabaya bakacak parası vardır. Dönüş yolunda gördükleri tezek, her ikisinin de beklediği andır aslında.

Maraba, ağadan intikam almak için ‘‘ağa, ağa’’ der, ‘‘sen şu tezeği ye, at ve arabayı geri al’’.

Ağanın beklediği de böyle bir fırsattır. O da oturur tezeği yer. Arabaya kurulur, atı kamçılar.

Köye girerlerken maraba, ağaya seslenir, ‘‘köyden çıkarken araba senin, at senindi. Yürüyen de bendim. Köye giriyoruz. At senin araba senin. Yüreyen yine ben. Ağam iyi de biz bu boku niye yedik?’’
my love is as sharp as a needle in your eye
you must be such a fool
to pass me by

Salı, Aralık 26

Pazartesi, Aralık 18

kaybetme korkusu

olmaz olmaz deme olmaz olur
olmaz olmaz deme olur olmaz
olmaz olmaz deme olur olur


çok korkuyorum.

Cumartesi, Aralık 16

ihtimal ya fikrinize düşersem tutturun bir rumeli havası

simple and unpretentious.
başım ağrıyor, başımla ilgilen.

sen, ben ve ilişkimiz, biz üçümüz bir çiftiz.

Perşembe, Kasım 30

celiac disease

bir dahaki sefer, vücumda yukarıda belirtilen hastalığın olmadığını yazmak istiyorum buraya.
lütfen lütfen lütfen.

Salı, Kasım 28

Perşembe, Kasım 23

Cuma, Kasım 10

bazıları vardır.
onlarla ilgili her şey sıcaktır.
yüzleri, gözleri, evleri.
aynı kazağı ben giysem, üşürüm.
her şey yavaş, sakin, sıcak.

Pazar, Kasım 5

seninle* çok önceden karar vermiştik, kabullenmenin en büyük erdem olduğuna.
kabullenmişmiydik peki?
evet.

sana yıldız koydum.

Perşembe, Kasım 2

ben ona resmen aşığım

birine "ona aşık olduğunu" itiraf etmekten daha zor olan bir şey var;
kendine "ona aşık olmadığını" itiraf etmek.

?

mi mi mi mi mi mi
soru eki

soru işareti

Ennui

Tea leaves thwart those who court catastrophe,
designing futures where nothing will occur:
cross the gypsy’s palm and yawning she
will still predict no perils left to conquer.
Jeopardy is jejune now: naïve knight
finds ogres out-of-date and dragons unheard
of, while blasé princesses indict
tilts at terror as downright absurd.

The beast in Jamesian grove will never jump,
compelling hero’s dull career to crisis;
and when insouciant angels play God’s trump,
while bored arena crowds for once look eager,
hoping toward havoc, neither pleas nor prizes
shall coax from doom’s blank door lady or tiger.

Plath

Salı, Ekim 10

şöle oldu böle oldu

nezle oldum, doktorayı unuttum, hayatımdan birisi çıktı, hayatıma birileri girdi, kararsız kaldım, karar verdim, kimyam değişti.

bir de aşk mevzusu var.

not: iyi ki yapmışım.

Cuma, Eylül 1

Pazartesi, Ağustos 21

gidilebilse, ne çok iz kalıyor geride.
“belki zaman”, diye düşünüyor adam:
“zaman eksiltebilir birikeni”. oysa ne
zaman, ne de ona benzer şeyler – ona
benzer şeyler? – silebiliyor mekâna
sinenleri. eşyalar değiştirilse de, yeni
badana yaptırılsa da değişmiyor ağrının
kurduğu sıra : değişmiyor çünkü sokak
adları, değişmiyor şehirler ve insanlar,
dünden bugüne inatla yürüyen inatçı
mantık. her mevsim, her dolunay,
yağmurlar, bahar aldatmacaları,
her kuyu, her kule, her balkon,
kadehler, mumlar, köpükler,
her kırmızı, her siyah, her gri,
her uyku, her düş, her uyanış,
– yer etmişse – aynı çiviyi isteyen
bir delikte tıpatıp zonkluyor.
“zaman da değil”, diyor adam,
kimse yokken, yüksek sesle.
yeni bir iz kalıyor orada, o an.
e.b.
-Didn't you read the Lord of the Rings in high school?
-No, I had sex in high school.

Cumartesi, Ağustos 19

At One O'Clock in the Morning.
Alone, at last! Not a sound to be heard but the rumbling of some belated and decrepit cabs. For a few hours we shall have silence, if not repose. At last the tyranny of the human face has disappeared, and I myself shall be the only cause of my sufferings. At last, then, I am allowed to refresh myself in a bath of darkness! First of all, a double turn of the lock. It seems to me that this twist of the key will increase my solitude and fortify the barricades which at this instant separate me from the world. Horrible life! Horrible town! Let us recapitulate the day: seen several men of letters, one of whom asked me whether one could go to Russia by a land route (no doubt he took Russia to be an island); disputed generously with the editor of a review, who, to each of my objections, replied: 'We represent the cause of decent people,' which implies that all the other newspapers are edited by scoundrels; greeted some twenty persons, with fifteen of whom I am not acquainted; distributed handshakes in the same proportion, and this without having taken the precaution of buying gloves; to kill time, during a shower, went to see an acrobat, who asked me to design for her the costume of a Venustra; paid court to the director of a theatre, who, while dismissing me, said to me: 'Perhaps you would do well to apply to Z------; he is the clumsiest, the stupidest and the most celebrated of my authors; together with him, perhaps, you would get somewhere. Go to see him, and after that we'll see;' boasted (why?) of several vile actions which I have never committed, and faint-heartedly denied some other misdeeds which I accomplished with joy, an error of bravado, an offence against human respect; refused a friend an easy service, and gave a written recommendation to a perfect clown; oh, isn't that enough? Discontented with everyone and discontented with myself, I would gladly redeem myself and elate myself a little in the silence and solitude of night. Souls of those I have loved, souls of those I have sung, strengthen me, support me, rid me of lies and the corrupting vapours of the world; and you, O Lord God, grant me the grace to produce a few good verses, which shall prove to myself that I am not the lowest of men, that I am not inferior to those whom I despise.

Charles Baudelaire

Cuma, Ağustos 18

Frankie: I never know when you're playing games or being serious.
Johnny: It's both. Serious games. Why do we have to name everything?

Pazar, Ağustos 6

Çarşamba, Temmuz 26

But why -but- why did she suddenly feel, for no reason that she could discover, desperately unhappy? As a person who has dropped some grain of pearl or diamond into the grass and parts the tall blades, very carefully here and there vainly. -Mrs Dalloway

Pazartesi, Temmuz 24

il faut qu'il arrive quelque chose, quelque chose d'autre.
Kumar: Man, I blew it. I blew it, man.
Anthony: Kumar, what were you doing in the freezer?
Kumar: I don't know, man, I lose my touch, man.
Dignan: Did you ever have a touch to lose, man?

Cuma, Temmuz 14

enough of science and of art, close up those barren leaves

eskiden kaçıracak olmaktan
artık kaçıracak bir şey olmamasından
müzdaribim.

her işim yumurta kapıda, son dakika,
kaygı, endişe, heyecan, damarlarımda akan kan.

sanki önümde giden bir ben var, yavaş yavaş yürüyen, ve öteki ben durmadan ona yetişmeye çalışan.

her şeyin olacağına varacağına inanmak inanmak inanmak istiyorum. karma, kısmet.
sonra bu kadar korkunun arasında durup bi bardak su içiyor, arkama yaslanıyor, bir sivrisineğin beni ısırmasına izin veriyorum.

sevgili william wordsworth, wise passiveness mi demiştiniz? buyrun burdan yakın.

mono pause.

sikicem böyle çay ocağını.

Cumartesi, Temmuz 8

a perfect lie.

everything disappears. love, trees, rocks, steel, plastic, human beings. none of us get out alive. and you can cuddle in a group, and face one day at a time. or you can be grateful that when your body rubs against somebody elses, it explodes with enough pleasure, to make you forget even for a minute, that you're only walking pile of the ashes. now that, is the truth. if you're strong it will make you free, if you're weak it will make you, you.

Pazartesi, Temmuz 3

Birbirine paralel uzanan tren rayları gibi hayatlarımız. Asla kesişmeyen.

Pazar, Haziran 25

İnsanın gerçek gücü, büyüyüp bilgisi arttıkça izleyebileceği yol, iyice daralıyor. Ta ki, en sonunda sadece ve sadece mutlaka gerekenden başka yapacak şeyi kalmayıncaya kadar.

Le Guin, Yerdeniz Büyücüsü

Perşembe, Haziran 22

create

as if it was that easy.
as if i was not bored.
looking there from the same window.

looking
but not being there.

d.

Çarşamba, Haziran 21

i know i’m the one who has disappeared when i write my name no words appear and in your heart i will appear and when it’s my turn i turn away

love had tasted me and spat me out

demiştim,
boşa gitmesin.

Pazar, Haziran 18

Cumartesi, Haziran 17

Love—as commonly conceived—is, in essence, a futile chasing after something that doesn’t exist, there is nevertheless a love beyond this “making love,” a love that exists beyond lack and limitation and that involves a sort of ecstasy of being. The irony is that in making love we think we know what we want, but it turns out to be an illusion, while this other love touches on a real experience of which we know nothing. It’s a mystical sort of thing.

Lacan

Cuma, Haziran 9

love sells, doesn't it?

seni sonsuz sevmek.

Saying is inventing. Wrong, very rightly wrong. You invent nothing, you think you are inventing, you think you are escaping, and all you do is stammer out your lesson, the remnants of a pensum one day got by heart and long forgotten, life without tears, as it is wept.

Pazartesi, Haziran 5

zizek!

Evren karşısındaki, kendiliğinden tavrım ne olurdu? Herhalde çok karanlık bir tavır olurdu. Birinci tez olarak tam bir boşunalığı ve yararsızlığı öne sürüyorum: Temelde “hiçbir şey” var. Kelimeyi gerçek anlamında kullanıyorum. Sonuçta yitip giden nesnelerin kırıntıları gibi. Evrene bakın, büyük bir boşluk. Ama sonra şeyler nasıl ortaya çıkıyor? Burada kuvantum fiziğine kendiliğinden bir sempati duyuyorum. Evrenin pozitif yüklü bir boşluk olduğu fikri hakim. Ama sonra bazı şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor. Bu fikir benim çok hoşuma gider. Var olanın sadece "hiçbir şey"olmadığı, orada bazı şeylerin olduğu gerçeği. Bu da bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiği anlamına geliyor. Yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik, kozmik felaket olduğunu ve şeylerin bir hata sonucu var olduklarını söylüyoruz. Hatta ben daha da ileri giderek buna karşı koymanın tek yolunun hatayı üzerimize alıp sonuna kadar gitmekten geçtiğini öne sürüyorum. Buna bir de isim bulmuşuz. “Sevgi” diyoruz. Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? “Dünyayı seviyorum” veya “Evrensel sevgi” gibisinden kavramlardan oldum olası iğrenmişimdir. Ben dünyayı sevmiyorum. Ben daha çok “Dünyadan nefret ediyorum” ile “Dünyayı takmıyorum” arasında bir yerlerdeyim. Ama gerçekliğin tamamı bundan ibaret. Çok aptalca. Bu var ve ben onu umursamıyorum. Benim için sevgi aşırı derecede şiddet içeren bir eylem. Sevgi "Hepinizi seviyorum" demek değil. Sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var. Bu şey küçük bir ayrıntıdan, kırılgan bir bireyden ibaret dahi olsa, diyorum ki “Seni her şeyden çok seviyorum”. Bu gayet resmî manada, sevgi fenalıktır.

Pazar, Haziran 4

Salı, Mayıs 30

the heart feels free


bilmiyorum, biliyorum.
kişisel conchisimle yunan adalarına gitmek istiyorum.
denize atlamak
atlayamamak
yani her şeyin dilemmasını istiyorum.

Pazar, Mayıs 28

moons and junes and ferris wheels, the dizzy dancing way you feel
as every fairy tale comes real; i've looked at love that way.
but now it's just another show. you leave 'em laughing when you go
and if you care, don't let them know, don't give yourself away.
and when you're out there
without care,
yeah, i was out of touch
but it wasn't because i didn't know enough
i just knew too much

does that make me crazy
does that make me crazy
does that make me crazy
probably.

the obscure master of desire.

Pazar, Nisan 30

In one way or another i've always suffered, i don't know why exactly.
But i do know that i'm not so scared of suffering now.
I feel more than i have ever felt and i have found someone to feel with, to play with, to love, in a way that feels right for me.
I hope he knows that i can see that he suffers too.
And that i want to love him.
everytime we say goodbye, i die a little,
everytime we say goodbye, i wonder why a little,
why the gods above me, who must be in the know.
think so little of me, they allow you to go.
when you're near, there's such an air of spring about it,
i can hear a lark somewhere, begin to sing about it,
there's no love song finer, but how strange the change from major to minor,
everytime we say goodbye.
I am blind to myself. And it's what I will see, no, I won't see it. It's for others to see.
d.
You wish to be liked. I wish simply to be.
One day you will know what that means, perhaps. And you will smile.
Not aganist me. But with me.

m.c.

Perşembe, Nisan 20

watch the sun
see it rise and fall
waiting for something to change
i get through the day
hope to turn things around
seems like
i'm falling out of love

Pazar, Nisan 16

bana verdiği her şey için benden bir şey aldı
alacak verecek kalmadı.

Cumartesi, Nisan 15

yanımda durmuş ağlıyordu; öyle yapayalnızdık karanlıkta,
tutup yatıştırmaya çalıştığımda
boğuluyormuşçasına sarıldı bana
ve ağzımın üstüne kapattı ağzını birden.

şa.
Why did I dream of you last night?
Now morning is pushing back hair with grey light
Memories strike home, like slaps in the face;
Raised on elbow, I stare at the pale fogbeyond the window.
So many things I had thought forgotten
Return to my mind with stranger pain:
--Like letters that arrive addressed to someone
Who left the house so many years ago.

pl.

Pazartesi, Nisan 10

in a dream i saw you walking, like a kid alive and talking, that was you.
in the classroom you were teaching, on the streets you were policing, that was you.
to the one i now know most, i will tell them of your ghost like a thing, that never, ever was.

and all that ever mattered , will some day turn back to batter, like a joke.
behind thin walls you hid your feelings, take four legs to make a ceiling, like a thing.

in a dream i saw you walking, with your friends alive and talking, that was you.
well i saw it in your movement, and even though you never knew it,
well, i knew, just how sweet it could be.

if you'd never left these streets. you had me worried! so worried, that this would last...
but now i'm learning, learning that this will pass...

Cuma, Nisan 7

hey, been trying to meet you.
hey must be a devil between us
or whores in my head,
whores at the door,
whore in my bed
but hey where have you been?
if you go i will surely die,
we're chained
uh said the man to the lady

uh said the lady to the man she adored
and the whores like a choir
go uh all night
and mary aint you tired of this
uh is the sound
that the mother makes and when the baby breaks
we're chained.

daha iyi we're chained dendiğini duymadım.

Çarşamba, Nisan 5

Salı, Nisan 4

Love again: wanking at ten past three
(Surely he's taken her home by now?),
The bedroom hot as a bakery,
The drink gone dead, without showing how
To meet tomorrow, and afterwards,
And the usual pain, like dysentery.
S
omeone else feeling her breasts and cunt,
Someone else drowned in that lash-wide stare,
And me supposed to be ignorant,
Or find it funny, or not to care,
Even ... but why put it into words?
Isolate rather this element
That spreads through other lives like a tree
And sways them on in a sort of sense
And say why it never worked for me.
Something to do with violence
A long way back, and wrong rewards,
And arrogant eternity.


philip larkin

Cuma, Mart 31

"Şiirin içine edeyim,"
demişti Rimbaud ömrünün sonunda.
"Şiir önemli değil,"
der bir dizesi Eliot'ın.
Ve Larkin: "Neden yazamıyorsun?
Sen de benim gibi
edebiyatın ne kadar önemsiz
olduğunu mu kavradın yoksa?"

"Yazmadan yaşayamam," diyor
karıştırdığım bir dergide
gözlüklü şişman bir budala:
"Ya şiir ya ölüm."

Marketten getirdiğim torbaları
boşaltıyorum mutfakta.
Dışarıda tanıdık boz sincap
bahçeye gömüyor fındıklarını,
daha kaç ay yaşayacağını
merak etmeden hiç;
çiçekler saksılarında duruyor,
Kuzey Denizi'ne doğru
kayıyor yavaşça bulutlar.
Her şey tam, kararlı, dingin
ve ötesinde sözcüklerimizin.

ş.a.
Susku altın tozlu bir cevap sende
Acı vermek mi istiyorsun, gizemi
Sürdürmek mi?
Gümüş bir kaptan su içip
Seni düşünüyorum
Senin altın tozlu suskunu.

Bırak barok bir Mevlevi
Uzaydan dönerek insin kalbine
Bırak herşey herşey
Eriyip gitsin
Ağızdan pastel gibi başını da öne eğsin
Doğulu musun batılı mısın nesin?
Yoksa bölünmüş bir kişilik misin?
Yok gibisin, benim yok-sevgilim
Yoksa başka bir gezegenden mi
Geldin
Benimle uyu kanatlarımız
Birbirine değsin
Yok istediğim başka hiçbir şey
Bu esrarengiz loşlukta.

l.m.
Kumların ortasında tek bir palmiye.

Ne kendime benzeteceğim onu,

Ne de ortasında yer aldığı kumu

Başka bir şeye

Ne çöldeyim artık,
Ne de içimde ses var.

Çölde kendime benzetemeyeceğim şeyler var.
Çölü çöl olarak öylece

Çöl gibi sevmiştim.

Ne kumların arasında tek bir palmiye

Ne de tek bir palmiyenin ortasında yer aldığı
kum olmak istemiştim.

a.g.
Seni bir boşluğa attım
gövdemi başka gövdeler bilmeyecek artık
boşluk sesi ol.
hoşluk sesi ol.

sonra dönüp üz beni.

b.keskin.
Foreplay does nothing for me, but commitment makes me wet.

Salı, Mart 28

ultraviolent


you could be from venus
i could be from mars
we would be together
lovers forever
care for each other

Pazar, Mart 26

"Birinin" giysileri için de ona karşı hissettiğin tutkuyu hissedebilmek.
Siz hiç "birinin" gömleğini öptünüz mü?
Ben öptüm.

Cumartesi, Mart 25

the touch of your lips upon my brow, your lips that are cool and sweet, such tenderness lies in their soft caress, my heart forgets to beat.
the touch of your hands upon my head, the love in your eyes a-shine, and now, at last, that moment divine,
the touch of your lips on mine.
the love in your eyes, the touch of your lips on mine.

more tears are shed over answered prayers than unanswered ones

Cuma, Mart 24

Eric told me: Something that is getting your attention deserves your attention, which i say only as a means of allaying any anxiety about not doing what you are supposed to be doing because you are so busy doing what you want to be doing. Save your energy. People go to therapy for 10 years to learn how to get distracted in this particular way.
Birbirlerine yüzlerce yeni ad vereceklerdir,
Ve hepsini yeniden alacaklardır birbirlerinden,
Yavaşça,
Küpe çıkarır gibi.

Rilke.

Pazar, Mart 19

The vital thing is time. It is the fundamental problem of life, around which all metaphysical speculation ought to turn. Time as a notation, as a measurement, is valueless, an artificial invention. The important thing is the becoming, the dynamism. Some arts use time more than others. Painting, sculpture, present a more or less static object. Poetry and music, the cinema, a fluidity absolutely reliant on time for effect. The miracle of photography, challenging time, fixing. Death is simply not becoming, a loss of fluidity. The loss of element of presence. Death kills time and enthrones, enhances place. Life is the gift of consciousness of time. A gift which, once it has been given, cannot be rejected. Awareness is becoming. There is a continual awareness of presence.Could death punish by stopping enjoyment and awareness, which are the benefits of time, and reward by changing time? Awareness can give our highest imagined happiness. We cannot imagine timelessness and unawareness as a higher happiness, since they are conceptions related to our present condition. Given the gifts of awareness of time, it is futile to pursue timelessness, like the mystics. The gift of awareness must be fully enjoyed, since it is the highest potential condition. This belief is necessary, though not absolutely true. It has relation truth. Absolute happiness is timelessness and unawareness, but imperfect organisms cannot apprehend absolutes.

J.Fowles

Cumartesi, Mart 18

kayıp kuşağın kayıpları.

ben artık kayıp değilim, çünkü aramayı bıraktım.

Pazartesi, Mart 13

bazıları varolmak için yazar.
through the warmthest cord of care your love was sent to me, i'm not sure what to do with it or where to put it i'm so close to tears and so close to simply calling you up and simply suggesting we go to that hidden place.

Pazar, Mart 12

Love is the saddest thing when it goes away.

tea in the sahara

I

He awoke, opened his eyes. The room meant very little to him; he was too deeply immersed in the non-being from which he had just come. If he had not the energy to ascertain his position in time and space, he also lacked the desire. He was somewhere, he had come back through vast regions from nowhere; there was the certitude of an infinite sadness at the core of his consciousness, but the sadness was reassuring, because it alone was familiar. He needed no further consolation. In utter comfort, utter relaxation he lay absolutely still for a while, and then sank back into one of the light momentary sleeps that occur after a long, profound one. Suddenly he opened his eyes again and looked at the watch on his wrist. It was purely a reflex action, for when he saw the time he was only confused. He sat up, gazed around the tawdry room, put his hand to his forehead, and sighing deeply, fell back onto the bed. But now he was awake; in another few seconds he knew where he was, he knew that the time was late afternoon, and that he had been sleeping since lunch. In the next room he could hear his wife stepping about in her mules on the smooth tile floor, and this sound now comforted him, since he had reached another level of consciousness where the mere certitude of being alive was not sufficient. But how difficult it was to accept the high, narrow room with its beamed ceiling, the huge apathetic designs stenciled in indifferent colors around the walls, the closed window of red and orange glass. He yawned: there was no air in the room. Later he would climb down from the high bed and fling the window open, and at that moment he would remember his dream. For although he could not recall a detail of it, he knew he had dreamed. On the other side of the window there would be air, the roofs, the town, the sea. The evening wind would cool his face as he stood looking, and at that moment the dream would be there. Now he only could lie as he was, breathing slowly, almost ready to fall asleep again, paralyzed in the airless room, not waiting for twilight but staying as he was until it should come.
waking up my mind was singing cheerfully, but oh so miserably:

so, the life i have made
may seem wrong to you
but i've never been surer
it's my life to ruin my own way

paid my visit.

for each man kills the thing he loves,
yet each man does not die.

Cuma, Mart 10

Anlatmanın zamanı gelecek, şimdiden dinlemeye, izlemeye hazırlanmalısın. Bekliyor musun, öyleyse --hâlâ-- varım.