Bu rüyayı yazmayı tam bitirmek üzereyken bilgisayar tarihinin ilk mavi ekranını verdi. Zaten hatırlaması zor, ama kayda değer.
Kişisel alice harikalar diyarında rüyam diyebiliriz bu rüyaya. Ayağımda kayaklar var, neden var hiç bilmiyorum. Burası yüksek tavanlı kocaman bir salon, viktoryen dönemden. İçerdeki mobilyalar da beyaz. Fonda bir tını varsa eğer bu inland empire’daki polish poem. Salonun zemini kar. Herkes kayıyor, bense senelerdir kayak yapmadığım için biraz düşünceliyim. Sonra bir süre kaydıktan sonra, dresuarı geçip ayaklı bir saatin yanına geliyorum. Yanımda hiç tanımadığım bir erkek var. Bu erkeğin yüzü yumuşak hatlı, saçları dalgalı. Bir yandan sensin, bir yandan değilsin. Sanki bütün erkeklerin epitomu gibi biri. Yanında durduğumuz bu saat nedense çok önemli. Elimdeyse bir kitap var, bu odada yaşadıklarımı anlatan, resimleyen. Tam da böyle olmadı aslında diyorum. Ama inanılmaz esrarengiz geliyor elimdeki kitabın beni anlatıyor olması. Hatta tekinsiz diyelim. Tanıdık ama yabancılaşmış. Odadaki herkes huzurlu, her şey yavaş akıyor. Bense bu kadar beyaz bir yerde olmanın anlamını çözmeye çalışıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder