Cuma, Kasım 27

twilight ateşi


ilkini "neden kıyamet kopmuş görelim" diyerek rahmetli mininova'dan indirip aralarda sıkılıp sık sık durdurarak izlemiştim. pazar gecesi sineması. kitaplarını 3-4 günde bitiren bir sürü genç ve geçkin kızımız olduğunu biliyorum, bunlardan biri olan evli ve çocuklu kuzenim "ay edvıırd dan çok etkilendiim" diyebiliyor. "ney?"
neyse işte dün sıkıntıdan gittim, oysa gitmeyerek daha az sıkılabilirmişim. iyi ki jacob vardı çünkü koca film boyunca hiçbir şey olmadı. yani olanı toplasan 10 dakika. gerisi uzun uzun bakışmalar, sensiz yaşayamamlar, öpüşürken titremeler. burjuva ve aristokrasi arasında gidip gelen bir kızın dilemması. bir yanda haddinden fazla kaslı vücudu, bembeyaz sağlıklı gülüşüyle bir kurt adam, diğer yanda kemikleri sayılan buz gibi bakışlarıyla cool vampir. whedon'ın vampirleriyle geçirdiğim senelerden sonra bu kadar sıkıcı vampir görmedim. kızları geçtim ama kadınların hala idealize aşkı, modern zaman romeo ve jülyetini iç çekerek izlemeleri, gelmeyecek prensi ısrarla beklemeleri üzdü beni. meraktan film çıkışında kitapçıya gittim, henüz türkçeye çevrilmemiş devasa cildi elime aldım, son satıra baktım: and then we continued blissfully into this small but perfect piece of our forever. hep beraber zıplarsak dünyayı yerinden oynatabiliriz, hadi 1-2-3.

Pazartesi, Kasım 23

illallah!



Metis'in 2010 ajandası çıktı!
Bu ajandayı hazırlayan bizler, inanma hakkına saygı duyuyoruz. Ama biraz daha derin bir saygıyı, inanmama hakkına duyduğumuzu da belirtmemiz gerek.
İnanmanın bir kez daha tartışılmaz bir şekilde insan varoluşunun temellerinden sayılmaya başladığı günümüz dünyasında, (ülkesine ve mekânına bağlı olarak) inanma hakkı örgütlü dinlerle, devlet bütçeleriyle, polis ya da asker kuvvetleriyle koruma altına alınmış durumda; buna karşılık, varoluşlarını inanma temelinde tanımlamak istemeyenler genellikle tekil, münferit ve örgütsüzler. Doğduğumuzda dinsel bir kimlik edindiğimiz varsayılıyor ve dünya karşısındaki duruşumuzu nasıl tanımladığımız sorulmadan bu kimlikler atfediliyor bize; üstelik yirminci yüzyılın sonlarında başlayan bu yeniden dinselleşme eğilimi siyasi, tarihsel bir gelişme değil de doğal bir oluşummuşçasına kabullenmemiz bekleniyor. Vicdana, adalet ilkelerine, ortak hukuk arayışına dayalı mutabakatlar oluşturmak yerine kendi seçimimiz olmayan kimliklerin sözcülüğünü yapmamız bekleniyor. Dolayısıyla, saygı duyup haklarının tanınmasını istediğimiz inanan kesimlerin bizlerin inanmama hakkını bertaraf edeceği kaygısından kurtulamıyoruz, ki gerek dünyanın gerekse ülkemizin tarihine şöyle bir göz atıldığında pek de yersiz olmadığı görülen bir kaygı bu.
Dinsel, etnik, cinsel vb. kimliğiyle yaşamak isteyenin bu haklarına sahip olması demokratik bir toplumun esasıdır kuşkusuz; ancak kendisini bu tür verili kimliklerle tanımlamak istemeyenlerin vatandaşlık haklarının da aynı tavizsizlikle savunulması, eşit ölçüde meşru bir haktır bizce.
İnanmama hakkının da bir insan hakkı olarak tavizsiz uygulanacağı bir dünya ve ülke umuduyla, bu ajandayı kendisine dinsel kimlik dayatılmasından illallah diyenlere sunuyoruz...
— Metis editörleri

Pazar, Kasım 15

kıskanmak



kıskanmak çeşit çeşit. birini kıskanmak, birini birinden kıskanmak. kötü ve naif iki ayrı ucu var. zeki demirkubuzun iyi hikaye anlattığını biliyoruz, ama belki de bazı kitaplar yalnızca kitap olarak kalmalı. fatih özgüven radikal'de filmi çok iyi özetleyen iki yazı yazmış, tavsiye ederim. bir şeyler havada kalmış, apar topar bir final, kıskanılan öznelerin karmaşası. bunun yanında türk sinemasında ilk kez kapı arkasına kaçma isteği uyandırmayan tutkulu bir sevişme sahnesi, nergis öztürk'ün harika oyunculuğu. dandy rolündeki çocuk biraz emo, babasının ceketini giymiş bir velet gibi. berrak uğraşmış besbelli. satie detayı ise filmin hanesine artı yazmamdaki kişisel sebebim.

Çarşamba, Kasım 11

a room with a view



her genç kızın rüyası, vernazza, italya.
yağmurlu istanbul sabahlarında, arapsaçına dönmüş bir rüyadan uyandığımda gözlerimi şu manzaraya açmak isterdim.

Cumartesi, Kasım 7

desperate times call for desperate measures



hayatın "undo" tuşunun olmaması hatalardan öğrenme lüksünü getiriyorsa, götürdükleri nereye gidiyor?
işte ben oraya gitmek istiyorum, bazen.

Salı, Kasım 3

uyutmayacağım seni bu gece

ağlama duvarıma hoşgeldim.
günlerden beri evden doğru dürüst çıkmamama rağmen nasıl oldu bu kadar hasta oldum anlamış değilim. cumartesi gecesi öhö öhö seviyesinde seyreden öksürüğüm pazar günü ciğerimi kusacakmış gibi bir seviyeye gelince korktum. dün doktora gittim, ateş yok, akıntı yok, öksürük var, halsizlik var, bronşit var, faranjit var. aldım antibiyotikleri ve şurupları, eskisinden daha çok öksürebilmek için. öksürmek hem karın kası hem de ciddi yetenek gerektiren bir şey, henüz o gırtlaktan aşağı kayan balgamlarla göz göze gelemedim.
neyse uykusuz geçen ikinci gecemde uyumaya azimle çalışır arada öksürürken burnum tıkandı. çok az korktum. sonra bana 5 dakika ama gerçekte 5 saat süren bir takım halisünasyonlar gördüm: süper mario kılıklı ve el arabalı işçiler beni iyileştirmek için uğraşıp duruyorlardı. biraz bilinç sahibi olunca anladım ki ateşim çıkmış. biraz daha korkup ateş düşürücü aldım.

az önce doktorla konuştum, therafluya başla dedi. h1n1? dedim, yok daha değil dedi.