Perşembe, Ocak 8

1 hafta





















saramago'nun blindness'ını -portekizce kitap için  ingilizce isim kullanmak ne derece hoş bilemiyorum ama film de bu isimle anıldığı ya da anılacağına göre bir sorun yok- bitirmek gerçekten de kısa sürdü, 2 gün. kitabın diyalogsuz akıp giden ve birçok sesi içinde barındıran anlatımı hem yorucu hem güzel. kitap körlük kavramını yoğun olarak okuğum o 2 güne  o kadar yedirdi ki bazen kör olduğumu düşünür oldum. sembolik anlamda değil tabii, kitabın da anlatmaya çalıştığı üzere. gayet şöyle gelişti olay: bu şekilde kör olsam ne olurdudan ilerleyerek sanki kitabı okumayı bırakırsam kör olacağıma dair garip bir his. her neyse arada filmi izledim, yönetmen kısa tutmak için bazı yerleri üst üste bindirmiş olsa da uyarlama olarak hiç fena değil. julianne moore yapmacıklığıyla sinir bozucu geldi yine. bir de olmamış bir şeyler vardı, şu an tam tanımlıyamıyorum. bunun üzerine amerikan rüyasının sonsuz çöküşünü anlatmaya bayılan fitzgerald'dan bir uyarlama, fincher'dan geldi: the curious case of benjamin button. sinemaya giderek vaktinizi harcamayın tam bir pazar günü (gecesi bile değil) filmi olmuş. fincher böyle bir adam, ya insanı göt ediyor (iyi anlamda) ya da göt ediyor (kötü), kaçma şansınız yok. bir kere film boyunca o iyimser brad pitt beni yordu, teenager brad ise acaip tekinsizdi, korktum ondan, bakışından duruşundan. giderek çocuklaşan bir toplumun alegorisi midir bilemiyorum (ki alegoriden zerre hazetmem)  ama filmin Fitzgerald'ın satiriyle alakası yok. hatta sefil sanat alegoriyi bile yapmamış olabilir. filmde bulabildiğim güzel iki şey var: tilda swinton ve oyunculuğu, kate blanchett ve o donuk tarifsiz kusursuzluğu. eastwood sinemasını çok sevmesedem de changeling'i izledim, sinema sanatı adına bir şey yok ama her annenin ya da anne adayının, anne aday adayının bile içine dert düşürecek gerçek bir hikayeye sahip. angelina'nın kırmızı dudakları her zamanki gibi ona çok fazla, birazını almaktan hiç şikayetçi olmam. 
2009 ise benim için uykusuz başladı, kafasını yastığa koyar koymaz uyuyan ben yılbaşı gecesinden beri uyumak için takla atat hale geldim. üstüne üstlük hastayım, halsizim, uykuluyum. tylolhot içtiğim gece ise lsd almış gibi oldum, gerçek mi rüya mı olduğunu kestiremediğim türlü anlar oldu. şimdi ise antibiotikçiyim. nataşa atlas sever bir şehirde yaşıyormuşuz, daha salı gününden bilet kalmamış oysa herkesi gidelim gazına getiren ben, bilet bulamayan yine ben. pilates sağ olsun hatta var olsun daimi bir karın ve bacak ağrısıyla yaşıyorum, senelerimi verdiğim fitnessda iki gram kas yapmamışım onu anladım. derse gelen erkekleri arada aynadan izlemek çok keyifli, sıfır esneklik sıfır hareket kabiliyeti. kadın bölümü ise kassızlıktan tir tir titriyor. yakında ebru şallının dvdsini alıp evde yapmaya başlamaktan korkar oldum. neyse canım, spor güzel şey. nip/tuck verdiği uzun aradan sonra başladı, konular yine rende kıvamında. seinfeldin the serenity now derdi olanlara deva, mighty boosh ise merakla beklediğim şey. nikon d300ün gururlu sahibi, fransızca kursunun en çalışkanı olmaya adayım. ifistanbul geliyor hem, özle gündüz film kuşağı. 2009un şanslı burçları ise kova ve terazi. sen ve ben. 

2 yorum:

yaqari dedi ki...

hahah şaka yapıosun herhalde 2009'un şanslı burcu boğa.
boğun beni. (asifikseyşın?)

d dedi ki...

cihan sen burçlar üstü bi insansın, you dont need luck when you have you. biz anca yıldızlara baktırıp fallarda şans arıyoruz şeklindeyim. michael (isme dikkat) hutchence'ın otoerotik selamı var. kocamsa nataşa bileti konusunda bizi ctesiye kadar bekletecek sanırım, konsere gidemezsek bile göbek atacaksınız dedi. peki haberleşmek için burası doğru yer mi, hayır.